MİLLİ
EDEBİYAT DÖNEMİNDE SADE DİL VE HECE ÖLÇÜSÜYLE YAZILMIŞ ŞİİRLER
Sade dil ve hece vezni ile yazılan bir şiir hareketinin oluşmasında ve gelişmesinde GENÇ KALEMLER dergisi önemli bir işlev görmüştür.
“Genç Kalemler”,1910-1912 yıllarında Selanik’te yayınlanan milliyetçi bir fikir dergisidir. “Hüsün ve Şiir” adı altında yayın hayatına başlayan dergi, 8. sayıdan itibaren “Genç Kalemler” adını alır. Adını alır. Derginin başyazarı ise Ali Canip Yöntem’dir. Dergide, 1911 yılının nisan ayında Ömer Seyfettin tarafından “Yeni Lisan” adlı bir makale yayımlanır.
Yeni Lisan hareketinin özünü, dilde sadeleşmenin gerçekleşmesinin, Türkçeden yabancı kuralların çıkarılması ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki ayrımın ortada kaldırılması oluşturur. Bu hareket dilde birliği ve ulusallaşmayı savunmuştur. “Ziya Gökalp”ın
“Aruz sizin olsun hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir;
Leyl sizin, şeb sizin, gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.”
dizeleriyle ortaya koyduğu anlayış bir ilke haline gelmiş; hece ölçüsüyle şiir yazmak, aruzla şiir yazan şairleri de etkileyecek şekilde edebiyatta yer etmiştir.
Özellikleri:
• Sade bir dil kullanılmıştır.
• Hece vezni kullanılmıştır.
• Halk şiirinden yararlanılmıştır.
• Halkın ve ülkenin sorunları işlenmiştir.
• Öğretici niteliği ağır basan şiirler yazılmıştır.
• Milliyetçilik ve Türkçülük fikrini işleyen, milli coşkuyu artırıcı şiirler yazılmıştır.
• Şiirlerde yalnız dörtlük değil, değişik dize kümeleri kullanılmış, Batı edebiyatı kaynaklı nazım şekillerinden yararlanılmıştır.
Milli Edebiyat Döneminde Sade Dil ve Hece Ölçüsüyle Yazılan Şiirlerde Ahengi Sağlayan Unsurlar:
Milli Edebiyat Akımı şairleri şiirde ölçü ve uyağa önem vermişler, çoğu zaman doldurma uyaklarla ahengi sağlama yoluna gitmişlerdir. Hece ölçüsü kullanmaları da şiirde ahengi sağlamaya yönelik bir adımdır.
Ritim Özellikleri:
Ritim hece ölçüsündeki duraklarla sağlanmıştır. Ses tekrarları ve sözcük tekrarları da ritmi sağlamaya yardımcı olur.
Ses ve Söyleyiş Özellikleri:
Milli Edebiyat şairlerinin, özellikle gençleri vatan savunmasına teşvik edici şiirlerinde ve Türklük fikrinin aşılandığı manzumelerinde coşkulu bir söyleyiş göze çarpar. Ancak onların Servet-i Fünûn şairleri gibi bireysel duyarlılıkları anlattıkları duygusal şiirleri de vardır.
Yapı:
Halk edebiyatından esinlenmiş olsalar da heceyle yeni kalıplar denemekten geri durmamışlardır. Hatta Batı kaynaklı nazım şekillerini (sone) de kullanmışlardır.
Söz Sanatları ve İmge:
Şiirlerini söz sanatları ile süsleme gibi bir tavır takınmamışlardır. Ancak benzetme, teşhis, tekrir gibi Halk şirinde sıkça kullanılan söz sanatlarını sıkça kullanmışlardır. Şiirleri imge açısından da çok zengin değildir. Çünkü onlar olabildiğince düz, yalın, açık, anlaşılır, düz şiirler yazmışlardır. Şiirlerin önemli bir kısmında kuru bir didaktizm göze çarpar.
ZİYA
GÖKALP (1876–1924)
Şiirleri de düz yazıları da fikir ağırlıklıdır. O, bunlarda sanatsal bir ağırlığa yönelmediği gibi dilsel bir yetkinliğe ulaşamamıştır. Onun en büyük özelliği Türkçülük sisteminin bir düzene bağlamasıdır. Milli Edebiyat Akımına düşünsel yönden büyük katkılar sunmuştur. Edebiyatımızın gelişmesi için halka, ulusal kaynaklara gidilmesi, yalın bir dil kullanılması, aruz yerine hece ölçüsünün tercih edilmesi konuşma dili ile yazı dilinin birleştirilmesi, Halk edebiyat ile Batı edebiyatının örnek alınması gerektiğini savunur. Eserinde sade, konuşma diline yakın, doğal, kolay anlaşılır bir dil kullanmıştır. Türk mitolojisinden, Türk folklorundan, Dede Korkut Hikâyelerinden, masalardan yararlanılır. Hece ölçüsünün benimsenip yaygınlaşmasında büyük rolü olmuştur. İnceleme, makale, didaktik şiir, manzum destan, masal türlerinde eserler vermiştir. ESERLERİ:
Yeni Hayat,
Kızıl Elma, Altın Işık (Şiir)
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak Trükçülüğün Esasları Türk Medeniyet Tarihi Malta Mektupları |
MEHMET
EMİN YURDAKUL
*Tanzimat Döneminde ortaya çıkan “halk için halk diliyle yazma” anlayışını Servet-i Fünûn Döneminde yeniden canlandıran sanatçı Mehmet Emin Yurdakul’dur. *Şiirlerinde Türk milletinin yüceliğini haykırır. *1897’de Türk-Yunan Savaşı sırasında “Cenge Giderken” adlı şiiri yazmıştır. Bu şiiri yazmıştır. Bu şiirin ilk dizesi olan “Ben bir Türküm; dinim, cinsim uludur.” sözüyle edebiyatımızda yeni bir çığır açmıştır. *Şiirlerinde kahramanlık ve milli bilinci öne çıkararak savaşa giden halkı cesaretlendirmiştir. *Konuşma diliyle ve hece ölçüsüyle şiirler yazmak gerektiği üzerinde durmuştur. *Türkçe şiirler adlı kitabıyla edebiyat çevrelerinde sesini duyurmuştur. Onun bu eseri ile Türkçülük edebiyat alanına girmiştir. *Sade dil ve hece ölçüsü ile şiirler yazan ilk şairdir. *Milli duyguları ve sosyal konuları işlemiştir. *Dil ve şekil özellikleri bakımından halk şiirinden etkilenmiştir. |
Cenge Giderken
Ben bir
Türk'üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur. İnsan olan vatanının kuludur. Türk evladı evde durmaz giderim. Muhammed'in kitabını kaldırtmam; Osmancık'ın bayrağını aldırtmam; Düşmanımı vatanıma saldırtmam. Tanrı evi viran olmaz, giderim. Bu topraklar ecdadımın ocağı; Evim, köyüm hep bu yerin bucağı; İşte vatan, işte Tanrı kucağı. Ata yurdun, evlat bozmaz, giderim. Tanrım şahit, duracağım sözümde; Milletimin sevgileri özümde; Vatanımdan başka şey yok gözümde. Yâr yatağın düşman almaz, giderim. Ak gömlekle gözyaşımı silerim; Kara taşla bıçağımı bilerim; Vatanımçin yücelikler dilerim. Bu dünyada kimse kalmaz, giderim.
Mehmet Emin Yurdakul
|
Mehmet Emin Yurdakul “Anadolu’dan Bir
Ses yahut Cenge Giderken” adlı bu şiirini, 1897′de Türk-Yunan Savaşı üzerine
yazmıştır. Bu onun ilk şiiridir. Şiir, Selanik’te Asır gazetesinde
yayımlandığında büyük yankı uyandırmıştır. Anadolu insanının vatanı uğruna
her türlü fedakârlığa katlanacağı düşüncesini dile getiren şair, bu şiiriyle
genç nesillerin gönlünde millî uyanışın ateşini yakmıştır. Bu şiirde, bir
aydının ilk kez millî bilinç ve övünçle halka seslendiği görülür.
Bu şiirde Türkçülük akımının etkisi daha
ilk dizede “Ben bîr Türküm şeklinde kendini gösteriyor. Bu dizede din,
milliyet ve cinsin (soy) ululuğundan söz edilerek Türklük vurgusu yapıyor.
Şair daha sonra, Türk evladının vatan kulu olduğunu belirterek onu korumak
için evde durmayıp savaşa gideceğini söylüyor. Daha sonra gelen dizelerde de
Hz. Muhammed, Kur’an-Kerim ve Osman Bey’e göndermeler yapıyor. Burada bu
sözüyle devlete işaret ediyor. Bunları korumak için cepheye gidilmesi
gerektiğini haykırıyor. Ecdadımızın ocağı olan bu topraklar için Tanrı
evinin, yani camilerin viran olmaması için her Türk evladının cepheye koşa
koşa gideceğini belirtiyor. Bu şiirin ana temasının milliyetçilik ve
Türkçülük olduğunu, şiirde derin bir vatan sevgisinin işlendiğini
söyleyebiliriz. Bu kavramlar, savaşa giden bir Anadolu köylüsünün duyguları
etrafında dile getirilmiştir.
Biçimsel olarak baktığımızda ise bu
şiirin dörtlüklerle, 11′li hece ölçüsüyle ve yalın bir dille yazıldığını
görüyoruz. Şiir bu yönüyle Halk şiirinden izler taşımaktadır. Dörtlüklerin
ilk üç dizesi kendi içinde uyaklı, dördüncü dizeler ise bütün şiirde
birbiriyle uyaklıdır, (aaab-cccb-dddb…) Ne var ki şair, şiirin biçimsel yönü
üzerinde fazla özenli davranmamış. Çünkü bu konuda şiirin bütününde bir
birlikten söz edilemiyor.
Bu
şiirin önemli özelliklerinden biri de dil ve şekil özelliklerini Türk Halk
şiirinden almasıdır. Mehmet Emin Yurdakul’un, halkın konuşma dilini ve hece
ölçüsünü esas alarak açtığı bu çığır, Türkçülük fikirleriyle beslenerek Millî
Edebiyat akımının temellerini oluşturmuştur. Kullanılan dil bakımdan şiirin
oldukça yalın bir dille yazıldığını görüyoruz. Hele şiirin yazıldığı dönem
göz önüne alındığında son derece açık, anlaşılır bir Türkçenin kullanıldığını
söyleyebiliriz. Şairin Türkçe kökenli bazı sözcükleri kullanmada da hassas
davrandığını söylemek mümkündür. Örneğin, “Allah” sözü yerine “Tanrı” sözünü
kullanması bunu gösteriyor.
Sonuçta bu şiiri ortaya çıktığı dönemin
koşulları içinde ele almak gerekir. Mehmet Emin Yurdakul’un bu şiiri de
estetik bakımdan çok mükemmel bir şiir olmamakla birlikte, Türk edebiyatında
Türk şiirinde yepyeni bir çığır açmıştır. Bu şiir, Türk adının neredeyse
unutulduğu bir dönemde yeni yetişen nesiller için, âdeta millî uyanışın bir
şarkısı kabul edilmiş ve dillerde dolaşmıştır.
“Ağlıyordu ırmaklar” diyerek insana ait
bir özellik olan “ağlama” eylemini ırmaklara aktararak kişileştirme yapıyor.
Soru cümleriyle ve karşılıklı konuşma üslubuyla şiire bir ahenk kazandırmak
istiyor. Şiirin içeriğini ise yoksul Anadolu halkının dramı oluşturuyor.
İstanbul, aydınlarıyla ve yöneticileriyle Anadolu insanına yabancıdır. Şair,
bu durumu Anadolu insanının ağzından şu dizelerle anlatmaktadır.
|
Epik
bir şiirdir
İmgeleri:
Tanrı evi, Yaradan’ın Kitabı, Ak gömlek, Ecdadın
ocağı, Osmancığın Bayrağı
|
Ali Canip Yöntem
1887
yılında İstanbul`da dünyaya geldi. Selanik Hukuk Mektebi`nde okurken son
sınıftayken okulu bıraktı. Gençlik yıllarında Selanik`te yayımlanan Genç
Kalemler (1910-12) dergisinin başyazılarını yazdı. Öğretmenliği
seçen Ali Canip, Çanakkale Sultanisi edebiyat ve felsefe
öğretmenliğine atandı. İstanbul`da Gelenbevi Sultanisi`nde ve İstanbul
Darülmuallimini`nde öğretmenlik yaptı. Edebiyat İncelemeleri Komisyonu`na
seçildi. Ankara hükümetinin çağrısı üzerine 1921`de Anadolu`ya geçerek
Trabzon Sultanisi müdürlüğü, 1922 senesinde de Giresun maarif müdürlüğü
vazifesini üstlendi. Daha sonra maarif müfettişliği yaptı, Kabataş Erkek
Lisesi`nde ve İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümün`de öğrencilere ders verdi. Ayrıca lise
edebiyat programlarının düzenlenmesinde görev aldı ve okullara yönelik ders
kitapları hazırladı. Ordu milletvekili ve Demokrat Parti`den Bursa
milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde görev yaptı. Türk Tarih
Kurumu üyeliğinde bulundu ve Türk Dil Kurumu merkez üyeliğinde bulundu.
Edebiyata şiirle başlayan Ali Canip Yöntem, hece ölçüsüyle ve sade bir dille yazdığı şiirlerini 1917-1918`de Yeni Mecmua`da yayımladı. Tek şiir kitabı Geçtiğim Yol ismini taşır. Çoğu Türk Yurdu`nda yayımlanmış olan makalelerini Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım (1918) adlı kitapta toplamıştır. Epope (1927, 1963) ile Ömer Seyfettin; Hayatı ve Eserleri (1935), diğer önemli iki kitabıdır. |
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDE SAF (ÖZ) ŞİİR ANLAYIŞI:
Millî Edebiyat döneminin etkili olduğu yıllarda Yahya Kemal ve Ahmet Haşim başta olmak üzere saf (öz) şiir anlayışına uygun şiirler yazan sanatçılar vardır. Bunlar dönemin yaygın anlayışı olan hece vezniyle, yalın bir dille, devrin gerçeklerini, halkın sorunlarını dile getiren şiirler yazmak yerine, sanat değeri yüksek saf (öz) şiire yönelmişlerdir.
Millî Edebiyat döneminin etkili olduğu yıllarda Yahya Kemal ve Ahmet Haşim başta olmak üzere saf (öz) şiir anlayışına uygun şiirler yazan sanatçılar vardır. Bunlar dönemin yaygın anlayışı olan hece vezniyle, yalın bir dille, devrin gerçeklerini, halkın sorunlarını dile getiren şiirler yazmak yerine, sanat değeri yüksek saf (öz) şiire yönelmişlerdir.
Bu iki şair, Yeni Lisancılar olarak
bilenen şairlerden ayrı bir yol izler. Hece vezninin yaygın biçimde kullandığı
bu dönemde onlar aruzla şiir yazmayı sürdürür. Ahmet Haşim’e göre şiir, nesre
çevrilme olanağı bulunmayan nazımdır; şiir musiki ile söz arasında, sözden
çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet
Haşim, ”sanat için sanat” anlayışıyla şiirler yazar. Amacı saf ve güzel şiirler
yazmaktır. Onun şiirleri, hiçbir şeyin aracı değildir.
Yahya Kemal ise şiirin, nesirden
bambaşka bir nitelikte, musikiden başka türlü bir musiki olduğu görüşündedir.
Batı’da gördüğü “parnasizm” akımından etkilenmiş ve bu anlayışla, divan şiiri
anlayışıyla modern şiirin söyleyiş özelliklerini birleştirerek bir sentez
oluşturmuştur. Sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de
yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam bir anlatıma önem vermiştir.
Bireysel
konularda yazmışlardır.
Dil doğal dilden farklıdır. Sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek imge oluşturma yoluna gitmişlerdir.
Dil doğal dilden farklıdır. Sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek imge oluşturma yoluna gitmişlerdir.
Yahya Kemal
Şiirimize modern şiir anlayışını kazandıran Yahya Kemal yer yer günlük yaşamın dışına çıkarak tarihin kahramanlıklarına kadar uzanan bir edebiyatı bünyesinde barındırır. Tanzimattan itibaren unutulmaya yüz tutmuş eski şiirimizi canlandırıp yeni şiirle eski şiir arasında köprü kuran sanatçının şiirini iki önemli unsur oluşturur: Biri İstanbul Türkçesi, diğeri ise şiirdeki ritimdir. Şiirindeki ritim ise güçlü imgelerle sağlamıştır. Sanatçı bu ritim ve imgelem dünyası oluştururken Batı taklidini özellikle reddedip, Batılı anlayışla Türk şiiri oluşturmayı amaçlamıştır. Şiirde Baudelaire, Mallarme ve Verlaine gibi öz şiir taraftarlarının etkisinde kalan Yahya Kemal, Türk şiirinde gerçekleştirmek istediği ikinci gayesinin de “şiiri hâlis olmayan unsurlardan kurtarmak ve ona asıl unsuru olan ritmi bahşetmek” olduğunu söyler. Yahya Kemal’in eserlerindeki temel ruh kolektif ruhtur. O, bu ruhun çeşitli tezahürlerini İstanbul isimli geniş mekanda görür, klasik Türk musikîsine has sesle hisseder ve berceste mısraya has söyleyiş biçimini bulur. Yahya Kemal’in parnasyen anlayışı onun şiirindeki musikî anlayışını yansıtır. “Kar Musikîleri” adlı şiiri de bu bağlamda, işleyeceğimiz “kar” teması açısından sanatçının imgesel şiirinin temsilcisidir. “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.” dizeleriyle başlayan şiirinde ilk beyit itibariyle sıkıntı ve kederi karşılayan “kar” sanatçıyı karamsarlığa iter. Ela aldığımız beyitin ikinci dizesinde ise sanatçı, bu sıkıntıların hiç bitmeyeceğini düşünür. Bu ise sanatçının karamsarlığının göstergesidir. Devam eden dizelerde sanatçının üzerindeki sıkıntı ve hüzün devam etmektedir. “Kar” imgesinin karşıladığı bu sıkıntılar sanatçıyı o kadar sarmıştır ki, sanatçı yaşamdan ve yaşadıklarından uzaklaşmıştır. Sıkıntılarına odaklanmıştır. Bu düşüncelerini ise; “Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.” dizeleriyle dile getirir. Şiirin devamında şair, bu sıkıntılardan kurtulacağı için heveslidir. İlk beyitlerde sanatçının üzerinde etkili olan karamsarlık, şiirin son beyitlerine doğru yerini sıkıntılardan kurtulma hevesine bırakır. Fakat bu heves uzun sürmez. “Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık, Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!” dizeleri içinde bulunulan bu durumun sözcüsü olur. Sanatçı, kar ve karın temsil ettiği sıkıntılardan kurtulduğunu sansa da bunun rüya ve hayal olduğuna kendini inandırmıştır. Körfez olarak nitelendirdiği sıkıntılardan kurtulma zamanını, ancak rüyalarında görebilecektir. Bu dizelerden de anlaşılabileceği gibi sanatçı tekrar karamsar bir havaya bürünür. İçindeki heves kaybolur. Kar yine sanatçı için sıkıntının, hüznün ve karamsarlığın sembolü olur. |
Yahya Kemal
Beyatlı (1884-1958)
*Üsküp’te doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Üsküp, Selanik ve İstanbul’da yaptıktan sonra 1903’te Paris’e gitmiştir. *Kişiliği Paris’te Albert Sorel’den aldığı tarih dersi ile şekillenmiştir. Sorel’den aldığı metotla Osmanlı tarihini incelemeye başlamıştır. *Baudelaire, Victor Hugo, Verlaine gibi Fransız şairlerinin etkisinde kalmıştır. *Onun şiirlerinin çıkış noktası Osmanlı tarihi ve şiiridir. Onun şiirlerinde neo-klasik bir anlayış vardır. Yeni şekillerle ve sade bir dille yazdıklarında bile Osmanlı medeniyetine bağlı olduğu görülür. *Konu olarak tarih, vatan, millet ve İstanbul sevgisi ön plandadır. *Yahya Kemal’de tarihe yaslanan bir milliyetçilik vardır. *Duygu, düşünce ve hayali ustalıkla kaynaştıran şair, pek çoğuna hikâye karakteri verdiği lirik-epik şiirleri geniş bir kültürün, derin bir felsefenin ürünüdür. *Sanatçı şiirde iç ahengi her şeyden üstün tutan sanatçı, şiirleri de şiirsel bir bütünlüğe ulaşmış; iç ve dış ahenklerin yardımı ile bu konuda başarılı olmuştur. Bu ahengin oluşumunda daha elverişli olduğu için “Ok” şiiri dışındaki tüm şiirlerin aruz vezni ile yazmıştır. *Divan şiirimizin Batı şiirindeki bütün anlayışıyla ele almıştır; bu şiiri çağdaş bir yorumla yeniden sunmuş neo-klasik bir şairdir. *Aruza en güzel şeklini vermiştir. *Şiirlerinin yanında düzyazı olarak makale, gezi, deneme, anı, fıkra, mektup, hikaye, monografi türlerinde yazılar yazmış, çeviriler yapmıştır. Şiir: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş Bitmemiş şiirler Düzyazı: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi Hikâyeler, Siyasi ve Edebi Portreler, Edebiyata Dair, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve edebi Hatıralarım, Tarih Muhasebeleri, Mektuplar-Makaleler |
Ahmet Haşim
(1884-1933)
*Türk edebiyatında sembolizmin en önemli temsilcisidir. *Şiirlerini aruz ölçüsü ile kaleme almıştır. *Eserlerinde oldukça ağır bir dil kullanmıştır. *Haşim’e göre şiir, hissedilmek, duyulmak için yazılan bir türdür. Şiirde ahenk, musiki, anlamda önce gelir. Üstelik şiir anlaşılmak için değil, duyulmak için yazılmalıdır. Şiirin dili, musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır. *Ahmet Haşim, şiirlerinde dış dünyayı olduğu gibi değil, hayallerle süsleyerek şiire aktarmıştır. Şiirinde anlam kapalılığından yanadır. Ona göre şiiri herkes nasıl anlıyorsa şiirin anlamı odur. *Haşim, yaşadığı dünyada mutlu değildir, onun iç dünyasına karamsarlık hâkimdir. Bu karamsarlık onun şiirlerine de yansımıştır. Bu karamsarlığın oluşmasında annesini küçük yaşta kaybetmesi ve yüzündeki yara önemli olmuştur. *Haşim hep aynı tarz şiir yazmıştır. Şiirlerinde aşamalı bir değişme yoktur. Yalnızca derinleşme, ustalaşma söz konusudur. Şiirimize getirdiği imgeler özgün olmakla birlikte Türk hayal sisteminin ve doğayı algılama ve yorumlayışın bir ürünü değildir. *Haşim, Batı şiirini özellikle Fransız şiirini iyi incelemiştir. Baudelaire, Rodenbach, Valery, Mallerme gibi şairlerin etkisi görülür. *”Sanat şahsi ve muteremdir.” Görüşüne ömrünün sonuna kadar bağlı kalmıştır. Bu bakımdan Haşim’in şiirlerinde hiçbir ideolojik, sosyal ve siyasal konu yer almaz. *Şiirleri belli bir anı yakalamak için çaba gösteren empresyonist ressamları akla getiren Haşim’in üç döneminde, üç ayrı renge düşkünlük göstermiştir. *Şiir-i kamer’de sarı, Göl Saatleri’nde kara, Piyale’de kırmızı renkler ağır basar. *Haşim’in en çok kullandığı nazım birimi dörtlüktür. Biçim açısından şiirimize getirdiği önemli bir yenilik ise serbest müstezattır. *Haşim’in dili çok küçük bir sözlükten oluşur. Sözcüklerin az olması, işlediği konuların sınırlılığındandır. Onun konularında, benzetmelerinde, duygularında, düşüncelerinde bir çeşitlilik bulunmaz; hep aynı şeyleri hem de aynı sözcüklerle anlatır. |
Milli Edebiyat Döneminde Halkın Yaşayış Tarzını Ve Değerlerini Anlatan
Manzumeler
Bu anlayışın temsilcisi Mehmet
Akif’tir. Şair, yazdığı şiir ve manzumelerde halkın dinî ve millî değerleri,
yaşama tarzı üzerinde durur. Millî Edebiyat yıllarında Mehmet Akif, daha önce
Tevfik Fikret’te gördüğümüz ”nazmı nesre yaklaştırma” anlayışını sürdürüp
geliştirmiştir. Şiirde Tevfik Fikret’ten devraldığı ”gerçekçiliği” geliştirmiş,
”hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en
beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiştir. Manzumelerinde halkın
yaşama biçimini gerçekçi biçimde yansıtmıştır. Mehmet Akif, Halkın yaşamını
yansıtmasına karşın, hece ölçüsünü değil, aruz veznini kullanmıştır.
Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
- Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın,
- Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktarmıyayım… Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Bu dizeler Türk edebiyatında
manzum hikâye türünün en başarılı örneklerini veren Mehmet Akif’in Seyfi Baba
şiirinden alınmıştır. Bu dizelerde şairle Seyfi Baba’nın arasında geçen
diyaloglar yer almaktadır. Şiirde gerçeklik duygusu ön plandadır. Mehmet Akif,
bu şiirinde de gördüğünü, yaşadığını anlatmıştır. Mehmet Akif’in toplumu
bilinçlendirme, ona mesaj verme çabası da özellikle son beyitte açıkça
görülmektedir. Yukarıdaki dizelerde yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır.
Şiir aruz vezni ve beyit nazım birimiyle yazılmıştır.
Bizim
mahalle de İstanbul’un kenarı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek! Adım başında derin bir buhayre dalgalanır, Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır! Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil, Selâmetin yolu insan için bu, başka değil! Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak, Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak
Bizim
çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fatih’e çıktık ikindi üstü biraz. Kömürcüler Kapısı’ndan girince biz, develer Kızın merakını celp etti, daima da eder: O anda mekteb-i rüştiyyeden taburla çıkan Bir elliden mütecaviz çocuk ki, muntazaman Geçerken eylediler ihtiyarı vakfe-güzin... Hasan’la karşılaşırken bu sahne oldu hazin... Evet, bu yavruların hepsi, pür-sürûd-ı şebâb, Eder dururdu birer âşiyân-ı nûra şitâb. Birazdan oynayacak hepsi bunların, ne iyi, Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi, -Ki ezmek istedi görmekle reh-güzârında- İlel-ebed çekecek dûş-ı ıztırârında! O yük değil, kaderin bir cezası ma’sûma... Yazık, günahı nedir, bilmeyen şu mahkûma! |
Küfe şiirinde idealleri ile yaşamak zorunda olduğu hayat arasındaki
çatışmayı yaşayan bir çocuğun dramı anlatılır. Hasan adlı bu çocuğun yaşadığı
mekân, onun mahkum olduğu hayatın da habercisi durumundadır. Zabit olmak
ideali ile belirli bir yaşa gelmiş Hasan’ın hamal olan babasının ölümü ile
farklı bir hayata mahkum oluşu hikâyenin çatısını oluşturur. Ancak burada
Akif’in acıma duygusu gibi bir yüksek değer normu karşımıza çıkar. Sonra bu
duygu toplumsal bir tepkiye dönüşür
Küfe şiirinde idealleri ile yaşamak zorunda olduğu hayat arasındaki
çatışmayı yaşayan bir çocuğun dramı anlatılır.
İstanbul’da yan yana yaşayan zengin ve
yoksul karşılaştırılmaktadır. Bu karşılaştırmada Akif, yoksullardan yana
tavrını ortaya koymaktadır.
* Metinde duygu, ses akışıyla birlikte
verilmiştir.
* Her iki dizede bir değişen redif ve
uyaklarla ve a a b b c c ... uyak düzeniyle ses akışı sağlanmıştır.
* Ritim, aruz ölçüsüyle sağlanmıştır.
* Sözcükler ağırlıklı olarak gerçek
anlamıyla kullanılmıştır.
* Metinde anlatılanlar yaşanması
mümkün olan olaylardır. * Gerçek
hayattan yapılan gözlemler bire bir anlatılmıştır.
Metnin
olay örgüsü:
1.
Şairin mahallede yürümesi 2.
Değneğe küfenin takılması
3.
Hasan ve annesiyle konuşmaları 4. Hasanın okumak istemesi
5.
Şairin oradan ayrılması
|
Manzume
ve Şiir Arasındaki Ayırıcı Özellikler:
*
Şiirde anlatılanları düz yazıyla ifade edemeyiz, manzumede anlatılanları düz
yazıyla ifade edebiliriz.
*
Şiirde olay örgüsü yoktur, manzumede olay örgüsü vardır.
*
Şiirde bireysellik duygu ve çağrışım ön plandadır; manzumede toplumsal
konular yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar işlenir.
*
Şiirde çok anlamlılık ve imge ağır basarken manzumede sözcükler genellikle
gerçek anlamında kullanılır.
*
Manzumeler genellikle didaktik metinlerdir.
|
Mehmet
Akif Ersoy
1873'te
İstanbul’da doğdu. 27 Aralık 1936’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. 4 yaşında
Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde başladığı eğitimini Fatih Merkez
Rüştiyesi'nde sürdürdü. Ardından Mülkiye Mektebi'nin idadi (lise) bölümünü
bitirdi. Babasından Arapça öğrendi. Fatih Camii’nde İran edebiyatı
okutan Esad Dede’nin derslerini izledi. Farsça ve Fransızca öğrendi.
Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine Mülkiye'nin yüksek kısmından
ayrılmak zorunda kaldı. 1889’da girdiği Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi’ni
1893’te birincilikle bitirdi. Ziraat ve Ticaret Nezareti'nde veteriner olarak
çalışmaya başladı. Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan'da dolaştı. Geniş halk
kesimleriyle, köylülerle yakın ilişkiler kurdu. Halkalı Ziraat Mektebi ve
1907’de Çiftçilik Makinist Mektebi’nde ders verdi. 1908’de Dârülfünûn
Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine atandı. Umur-ı Baytariye Müdür Muavini
görevine getirildi. Kısa süre sonra bu görevden ayrılıp yalnızca Halkalı
Mülkiye Baytar Mektebi'nde ders vermeyi sürdürdü.
İstiklal Marşı 1913'te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. 1. Dünya Savaşı sırasında bu cemiyete bağlı bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Almanya'daki Müslüman tutsakların durumunu incelemek üzere Berlin’e gönderildi. Daha sonra Arabistan ve Lübnan'a gitti. Batı uygarlığının koşullarına ve Doğu-Batı çelişkisine tanık oldu. İstanbul'a dönüşünde Dâr-ül-Hikmet-i İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine atandı. İzmir'in işgalinden sonra Anadolu'da başlayan kurtuluş hareketine destek verdi. Balıkesir’de yaptığı konuşma, İstanbul hükümetini endişelendirdi, görevinden alındı. Ama o mücadalesini sürdürdü. Camilerde yaptığı konuşmaların metinleri çoğaltılarak bütün yurda dağıtıldı. Ankara hükümetinin kurulması üzerine Burdur mebusu olarak Büyük Millet Meclisi'ne girdi. O sırada İstiklal Marşı için açılan yarışmaya katılan 724 eserin hiçbiri beğenilmemişti. Maarif vekilinin isteği üzerine 1921'de "İstiklal Marşı"nı yazdı. Metin, 12 Mart 1921'de Büyük Millet Meclis'nde kabul edildi. Mehmet Akif, ödül olarak kendisine verilen 500 lirayı Türk Ordusu'na armağan etti. Mısır dersleri Sakarya Zaferi'nden sonra İstanbul'a geldi. Milli Mücadele'nin yarattığı koşullarla çelişkiye düştü. 1923'te Mısır'a gitti. Birkaç yıl kışları Mısır'da yazları İstanbul'da geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin "laik" olması ilkesi kabul edilince tümüyle Mısır'a yerleşti. 1936'ya kadar Mısır'da Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. Bir yandan da Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesine çalışıyordu. Siroz hastalığına yakalandı. Hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya gitti. Aynı yıl ülkesinde ölme isteğiyle Türkiye'ye döndü. 27 Aralık 1936'da hastalığın pençesinden kurtulamadı ve yaşamını yitirdi. Edebiyatla ilgisi baytar mektebindeki öğrenciliği sırasında başladı. İlk şiiri "Kur'an'a Hitab" 1895'te "Mektep" adlı dergide yayınlandı. Ardından "Resimli Gazete"de şiirleri çıktı. O dönemde yazdığı ahlak, din, bilgelik temalarını işleyen didaktik şiirlerini temel eseri "Safahat"a almadı. Öğretmeni İsmail Safa'nın etkisini taşıyan mesnevileri, edebiyat çevrelerinin ilgisini çekti. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra daha önce yazıp ortaya çıkarmadığı yazıları yayınlanmaya başladı. 1908-1910 arasında Sırat'ı Müstakim (sonradan Sebilü'r Reşad adını aldı) dergisinde yazdı. En ünlü şiirleri "Küfe" ve "Seyfi Baba" bu dönemde yayınlandı. Safahat Temel eseri "Safahat" 7 kitaptan oluşur. Birinci kitap olan 1911 tarihli "Safahat"ta, Osmanlı toplumunun meşrutiyet yıllarındaki durumu anlatılır. "Süleymaniye Kürsüsünde" isimli 1912 tarihli ikinci kitapta, Osmanlı aydınlarının halkla ilişkisi dile getirilir. 1913 tarihli "Hakkın Sesleri" adlı bölümde, eski dinsel-didaktik Türk yapıtlarında olduğu gibi her şiirin başında bir ayet yer alır. Bu ayetler günün siyasal ve toplumsal olaylarının yorumuna ışık tutar. 1914 tarihli ve "Fatih Kürsüsünde" adlı dördüncü bölümde, yeni kuşaklara çalışma ve mücadele ruhu kazandırmak isteyen düşünceler yer alır. 1917 tarihli "Hatıralar" bölümünde 1'inci Dünya Savaşı sırasında yazılmış şiirler bulunur. Her birinin başına bir hadis konular bu şiirlerde "İslam Birliği" ülküsü vurgulanır. 1924 tarihli "Asım" ismindeki 6'ncı bölümde 1'inci Dünya Savaşı günlerinden tablolar çizilir. 1933 tarihli 7'nci bölüm olan "Gölgeler"de dinsel konulu şiirler ve dörtlükler yer alır. Şiiri Mehmet Akif'in şiiri anlatıya ve öğüde dayanır. Ama din yönünden ulaştığı başarı, öğüt ve anlatıyı donukluktan kurtarır. Zaman zaman didaktizmin sakıncalarını hafifleten bir mizah ön plana çıkar. Zaman zaman da coşku ve içtenlik gibi öğeler şiiri söylev parçası olmaktan kurtarır. "Sanat sanat içindir" tezine her zaman karşı çıktı. Ona göre şiir, "libas hizmetini, gıda vazifesini görmelidir. Gerçeği her an ve bütün çıplaklığıyla yakalamalıdır." İstanbul halkının konuşma dili kadar Osmanlıcayı da çok iyi bildiği için aruz veznini ustalıkla kullanır. Türkçülük hareketine ve Milli edebiyat akımına karşı çıkar. Kurtuluşu Batılılaşma'da gören Tevfik Fikret ile catışır. İslam Birliği'ni savunurken, İslam dünyasındaki durağanlığı da sert dille eleştirir. Savaş, bunalım ve yokluk yıllarının yoksul insanları Türk edebiyatında gerçek yüzleri ve sorunlarıyla ilk kez onun şiirlerinde ele alınır. |
MİLLİ
EDEBİYAT DÖNEMİNDE ROMAN
Bu dönem romancıları topluma karşı duyarlı kişilerdir. Toplumdaki olaylara kayıtsız kalmamışlardır.
Başlangıçta Fecr-i Âtî topluluğuna bağlı olarak hareket ettikten sonra “Yeni Lisan” makalesindeki memleketten bahseden edebiyat oluşturma çizgisinde birleşmişlerdir. Bu birleşim; romanın konusunu, dilini etkilemiştir.
Milli edebiyat romancılarının ortak özellikleri; toplumun ve bireyin problemlerini dengeli olarak işlemek, memleket ve millet sevgisini romantik duygularla beslemek, milli değerlere sempati ile yaklaşmak şeklinde özetlenebilir.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN ROMANININ YAPI ÖZELLİKLERİ
Olay: Olaylar, genelde tarihi ve toplumsal gerçekliklerden hareketle tasarlanmıştır. Bu dönem romanlarında olaylarda; İstanbul dışında, memleket sorunları etrafında oluşmuştur.
Kişiler: Milli Edebiyat romanı dışa-Anadolu’ya açılmış-başka insanların da var olduğu bilinciyle hareket eden, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına, sıkıntılarına yabancı kalmayan kahramanların romanı olmuştur.
Zaman: Genelde kendi yaşadıkları zamanın tarihi ve sosyal konularını ele almışlardır.
Mekân: Mekan olarak şehir, kasaba ve köyleriyle Anadolu; romana bir taraftan gerçekçi bir bakış açısıyla, diğer taraftan da bir memleket romantizmi ile girmiştir.
Milli Edebiyat Dönemi Romanının Tema Özellikleri:
Romanların teması bireysellikten kurtarmış, toplumsal konular tema işlenmiştir.
Tema; Siyasi kavgalar, Türkçülük, yanlış Batılılaşma, kuşaklar arası çatışma, geri kalmışlık, eğitimsizlik, cehalet, yoksulluk…
Dil ve Anlatım Özellikleri:
Eserlerin günlük konuşma diliyle yazılması gerektiğini savunmuşlardır. Sade dil ile yazılmıştır.
Etkilenen Akımlar:
Sanatçıların yaşadığı dönemin toplumsal gerçekliğinden hareketle kurgulanmıştır. Bu eserler, iyi bir gözlem sonucunda yazılmıştır. Bu yönüyle Milli edebiyat Dönemi romanları realist özellik taşımaktadır.
Bu dönem romancıları topluma karşı duyarlı kişilerdir. Toplumdaki olaylara kayıtsız kalmamışlardır.
Başlangıçta Fecr-i Âtî topluluğuna bağlı olarak hareket ettikten sonra “Yeni Lisan” makalesindeki memleketten bahseden edebiyat oluşturma çizgisinde birleşmişlerdir. Bu birleşim; romanın konusunu, dilini etkilemiştir.
Milli edebiyat romancılarının ortak özellikleri; toplumun ve bireyin problemlerini dengeli olarak işlemek, memleket ve millet sevgisini romantik duygularla beslemek, milli değerlere sempati ile yaklaşmak şeklinde özetlenebilir.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN ROMANININ YAPI ÖZELLİKLERİ
Olay: Olaylar, genelde tarihi ve toplumsal gerçekliklerden hareketle tasarlanmıştır. Bu dönem romanlarında olaylarda; İstanbul dışında, memleket sorunları etrafında oluşmuştur.
Kişiler: Milli Edebiyat romanı dışa-Anadolu’ya açılmış-başka insanların da var olduğu bilinciyle hareket eden, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına, sıkıntılarına yabancı kalmayan kahramanların romanı olmuştur.
Zaman: Genelde kendi yaşadıkları zamanın tarihi ve sosyal konularını ele almışlardır.
Mekân: Mekan olarak şehir, kasaba ve köyleriyle Anadolu; romana bir taraftan gerçekçi bir bakış açısıyla, diğer taraftan da bir memleket romantizmi ile girmiştir.
Milli Edebiyat Dönemi Romanının Tema Özellikleri:
Romanların teması bireysellikten kurtarmış, toplumsal konular tema işlenmiştir.
Tema; Siyasi kavgalar, Türkçülük, yanlış Batılılaşma, kuşaklar arası çatışma, geri kalmışlık, eğitimsizlik, cehalet, yoksulluk…
Dil ve Anlatım Özellikleri:
Eserlerin günlük konuşma diliyle yazılması gerektiğini savunmuşlardır. Sade dil ile yazılmıştır.
Etkilenen Akımlar:
Sanatçıların yaşadığı dönemin toplumsal gerçekliğinden hareketle kurgulanmıştır. Bu eserler, iyi bir gözlem sonucunda yazılmıştır. Bu yönüyle Milli edebiyat Dönemi romanları realist özellik taşımaktadır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
(1889-1974)
27
Mart 1889'da Kahire'de doğdu, 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü. Yazar,
diplomat, politikacı. Karaosmanoğulları'ndan Abdülkadir Bey ile İkbal
Hanım'ın oğlu. Yazar Burhan Asaf Belge'nin eniştesi. Yazar Murat Belge'nin
eniştesi. İlköğrenimine ailesiyle birlikte 6 yaşındayken gittiği Manisa'da
başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Ömer Seyfettin, Şahabeddin
Süleyman ve Baha Tevfik ile burada tanıştı. Babasının ölümünden sonra 1905'te
annesiyle birlikte Mısır'a gitti. Öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda
tamamladı. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre önce İstanbul'da
geldi. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da
Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti
topluluğuna
katıldı. Muhit, Şiir ve Tefekkür, Servet-i Fünun, Rübab, Türk
Yurdu, Peyam-ı Edebi, Yeni Mecmua, İkdam gibi dergi ve gazetelerde yazıları
yayınlandı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kaldı.
Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı
destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı. "Tetkik-i Mezalim"
komisyonundaki görevi nedeniyle Kütahya, Simav, Gediz, Sakarya yörelerini
dolaştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra 1923'te Mardin, 1931'de Manisa
milletvekili oldu. Burhan Asaf Belge'nin kızkardaşi Leman Hanım'la evlendi.
1932'de Vedat Nedim
Tör,
Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte
"Kadro" dergisini kurdu. 1934'te dergi kapatıldı. Tiran elçiliğine
atandı. 1935'te Prag, 1939'da La Hay, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de
yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis
üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa
milletvekilliği oldu. Ulus gazetesinin başyazarlığını yaptı. Anadolu Ajansı'nın
Yönetim Kurulu Başkanı'ydı. Ölümünden sonra Beşiktaş'ta Yahya Efendi
Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Çocukluktan
başlayarak babasının zengin kütüphanesinden yararlanıp okuma zevki edindi.
Mısır'daki günlerinde bu zevki geliştirdi. Yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli
Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i
Âticiler'in
"sanat kişiseldir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için
sanat" yaptığı bu ilk döneminde "Nirvana" adlı bir oyun, makaleler, denemeler, şiirler ve öyküler yazdı. Balkan
Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin içinde bulunduğu zor koşullar,
sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Sanatın toplumsal işlevine de
ağırlık vermeye başladı. Bu ikinci dönem eserlerinde önce Ömer Seyfettin ve
arkadaşlarının dilde yenileşme çabalarına karşı çıktı. Sonra Ziya Gökalp'in de
etkisiyle Yeni Lisan ve Milli Edebiyat akımını
benimsedi. Daha çok romancı yönüyle ön
plana çıktı. Bu türün edebiyatımızdaki
önemli temsilcilerinden biri oldu. Yazarlık yaşamı boyunca Batı edebiyatı özelliklerine
de sıkı sıkıya bağlı kaldı. Balzac, Flaubert ve
Zola'dan etkilendi.
Eserlerinde
belli tarihsel dönemleri ele aldı.
Kiralık Konak:
I. Dünya Savaşı öncesinin,
Hüküm Gecesi: II. Meşrutiyet'in, Sodom ve Gomore: Mütareke döneminin, Yaban:Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara :Cumhuriyet'in ilk on yılının, Bir Sürgün: 2'nci Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama: 1923-1952 yıllarını kapsar.
1955'ten sonra
da anıları dışında kitap yazmadı. Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba,
Kiralık Konak ve Yaban'dır. İlk romanı Nur Baba, 1922'de kitap olarak
basılmadan önce gazetede yayınlandı.
|
ESERLERİ
ROMAN:
Kiralık Konak (1922) Nur Baba (1922) Hüküm Gecesi (1927) Sodom ve Gomore (1928) Yaban (1932) Ankara (1934) Bir Sürgün (1937) Panaroma (2 cilt, 1953) Hep O Şarkı (1956)
ÖYKÜ:
Bir Serencam (1914) Rahmet (1923) Milli Savaş Hikâyeleri (1947)
ŞİİR:
Erenlerin Bağından (1922) Okun Ucundan (1940)
OYUN:
Nirvana (1909)
ANI:
Zoraki Diplomat (1955) Anamın Kitabı (1957) Vatan Yolunda (1958) Politikada 45 Yıl (1968) Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969)
MONOGRAFİ:
Ahmet Haşim (1934) Atatürk (1946)
MAKALE:
İzmir'den Bursa'ya (1922, Halide Edip, Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Asım Us ile birlikte) Kadınlık ve Kadınlarımız (1923) Seçme Yazılar (1928) Ergenekon (iki cilt, 1929) Alp Dağları'ndan ve Miss Chalfrin'in Albümünden (1942) |
Halide Edip Adıvar
(1882-1964)
1882'de İstanbul'da doğdu. 9
Ocak 1964'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. 1901'de Üsküdar Amerikan Kız
Koleji'nde mezun oldu. Öğretmenleri arasında Rıza Tevfik
Bölükbaşı ile sonradan evlendiği ve ilk kocası olan Salih
Zeki de vardı. İlk yazıları "Halide Salih" takma adıyla Tanin
gazetesinde yayınlandı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek
bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması,
ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. Gericilerin
tepkisinden çekindiği için 31 Mart Olayı'nda çocuklarıyla birlikte Mısır'a
gitti. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra yurda döndü. 1909'dan sonra
öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Kadınların toplumsal yaşama katılması ve
eğitilmesi için çalışan Teâli-i Nisvan Cemiyeti'ni kurdu. 1912'de kurulan
Türk Ocağı'na katıldı. 1919'da Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin kurucuları
arasında yer aldı. Aynı yıl İzmir'in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesini
protesto için Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen mitingde yaptığı etkili
konuşma büyük yankı uyandırdı. Hakkında soruşturma açılınca, 1917'de
evlendiği ikinci eşi Adnan
Adıvar birlikte Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na
katıldı. Çeşitli cepheleri dolaştı, Mehmetçiklere moral ve destek verdi.
Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi.
Savaş sürerken Atatürk ile siyasi görüş ayrılığına
düştü. 1917'de Adnan Adıvar ile birlikte yurtdışına çıktı. Fransa ve
İngiltere'de yaşadı. Amerika'da Columbia Üniversitesi, Hindistan'da Delhi
İslam Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. 1939'da
Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu. 1950'de milletvekili
seçildi. 4 yıl sonra tekrar üniversiteye döndü. Ölümüne kadar kürsü
başkanlığı görevini sürdürdü. 1910'da yayınlanan ilk romanı "Seviye
Talip" ile 1911'de yayınlanan ilk öykü kitabı "Harap Mabetler"
edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılandı. Romanlarının kadınları, Batılı bir
anlayışla idealize edilmiş, güçlü ve kültürlü kadınlardı. Kahramanlarının
kişiliklerine, ruh yapılarına ve davranışlarına önem vererek bu özelliğiyle
Türk romanında yeni bir adım attı. Kurtuluş Savaşı döneminde ulusçu, milli
duyguları öne çıkaran roman ve öyküler kaleme aldı. "Yeni Turan",
""Ateşten Gömlek" ve "Vurun Kahpeye" bu dönemin
eserleridir. En tanınmış romanı "Sinekli Bakkal" yazarlığında
olgunluk dönemini gösterir. Bu romanda Sinekli Bakkal mahallesinde yaşayan
insanlar, aydınlar ve saray çevresi gibi 2'nci Abdülhamit döneminin farklı toplum
kesimleri canlandırılır. Bu romanın yazıldığı yıllarda Türkiye bağımsız ve
Batı yanlısı bir ülke olmayı tercih etmişti. Bir yandan da Tanzimattan beri süren Batı-Doğu çatışmasından kurtulamamıştı. Halide Edip,
"Sinekli Bakkal"da Doğu'nun değerlerini bulup çıkarmak, Batı'nın
karşısına koymak amacındadır. Roman "roman yanıyla zayıf olmakla" eleştirildi. Halide Edip'in
ingilizce yazılmış incelemeleri de var.
|
ESERLERİ
ROMAN:
Heyula (1908) Raik'in Annesi (1909) Seviye Talip (1910) Handan (1912) Yeni Turan (1912) Son Eseri (1913) Mev'ud Hüküm (1918) Ateşten Gömlek (1923) Vurun Kahpeye (1923) Kalp Ağrısı (1924) Zeyno'nun Oğlu (1928) Sinekli Bakkal (1936) Yolpalas Cinayeti (1937) Tatarcık (1939) Sonsuz Panayır (1946) Döner Ayna (1954) Akile Hanım Sokağı (1958) Kerim Ustanın Oğlu (1958) Sevda Sokağı Komedyası (1959) Çaresaz (1961) Hayat Parçaları (1963)
ÖYKÜ:
İzmir'den Bursa'ya (Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve Mehmet Asım Us ile birlikte, 1922) Harap Mabetler (1911) Dağa Çıkan Kurt (1922)
OYUN:
Kenan Çobanları (1916) Maske ve Ruh (1945) |
Refik Halit Karay
(1888-1965)
15 Mart 1888'de İstanbul'da
doğdu. 18 Temmuz 1965'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Romancı, öykü yazarı
ve gazeteci. Anadolu yaşamını anlatan öyküleri ve Kurtuluş Savaşı'na karşı
tutumuyla tanınır. Vezneciler'de Şemsü'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te öğrenim
gördü. Özel ders aldı. Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi.
1907'de Hukuk Mektebi'ne başladı. Maliye Nezareti'nde Devair-i Merkez
Kalemi'ne katip olarak girdi. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra memurluğu
bırakarak 1908'de Servet-i
Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te yazmaya başladı.
1909'da Son Havadis adıyla bir gazete kurdu, 15 sayı yayınladı. Fecr-i Ati
Topluluğu'na katıldı. "Kalem" ve "Cem"
mizah dergilerinde "Kirpi" takma ismiyle siyasi mizah yazıları
yazdı. 1912'de İttihat ve Terakki'nin istenmeyenler listesine girdi, Sinop'a
sürgüne gönderildi. 1918'de Ziya Gökalp'in çabalarıyla İstanbul'a döndü. Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği
yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleleri yayınlandı. Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen
sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. 1919'da Posta ve Telgraf Umum
Müdürü oldu. İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti
arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumeti'nin tarafını tuttu.
1922'de Aydede mizah gazetesini çıkardı. İstanbul'un düşman işgalinden
kurtarılışının ardından 1922'de Beyrut'a kaçtı.
15 yıllık kaçak hayatından
sonra 1938'de af çıkarılmasıyla yurda dönebildi. Yeniden gazeteciliğe
başladı. Gazetelerde yazılar yazdı, Aydede dergisini tekrar çıkardı.
Yazarlığa mizah öyküleriyle başladı. 1919'dan başlayarak Türk öykücülüğüne
yeni bir sayfa açtı. Sürgün olarak gittiği Anadolu'dan çeşitli kesimlerden
insanları canlandırdığı "Memleket Hikayeleri" 1919'da yayınlandı.
Bu kitapla, o güne kadar konuları İstanbul'la sınırlı olan öykücülüğü
Anadolu'ya taşıdı. Bu yönüyle sonradan serpilip gelişen "köy
edebiyatı"nın öncüleri arasına girdi. 1920'lerden sonra daha arı ve
anlaşılır bir dil kullandı. Romancılığında iki ayrı çizgi etkindir.
Yurtdışına kaçmadan önce yazdığı "İstanbul'un İç Yüzü" en yetkin
romanı sayılır. 1920'de yayınlanan bu romanda, roman tekniğinin dışında birbirinden kopuk parçaları mozaikler halinde
birleştirerek İttihat ve Terakki'nin işbaşına gelişinden 1'nci Dünya Savaşı
günlerine kadar olan İstanbul'u bütün renk ve çizgileriyle yansıttı.
Türkiye'ye dönüşünden sonra yazdığı romanlarda, daha çok kişiye seslenme daha
fazla satma ve okunma kaygısıyla sanatı bir kenara bırakıp ticari eserlere
yöneldi. Bu romanlarda yurt gerçeklerinin yerini, Avrupa dışı ülkelerde geçen
olaylar aldı.
|
ROMAN:
İstanbul'un İçyüzü (1920) Yezidin Kızı (1939) Çete (1939) Sürgün (1941) Anahtar (1947) Bu Bizim Hayatımız (1950) Nilgün (3 cilt, 1950-1952) Yeraltında Dünya Var (1953) Dişi Örümcek (1953) Bugünün Saraylısı (1954) 2000 Yılının Sevgilisi (1954) İki Cisimli kadın (1955) Kadınlar Tekkesi (1956) Karlı Dağdaki Ateş (1956) Dört Yapraklı Yonca (1957) Sonuncu Kadeh (1965) Yerini Seven Fidan (1977) Ekmek Elden Su Gölden (1980) Ayın On Dördü (1980) Yüzen Bahçe (1981)
ÖYKÜ:
Memleket Hikayeleri (1919) Gurbet Hikayeleri (1940)
MİZAH:
Sakın Aldanma İnanma Kanma (1915) Kirpinin Dedikleri (1918) Agop Paşa'nın Hatıraları (1918) Ay Peşinde (1922) Tanıdıklarım (1922) Guguklu Saat (1925)
GÜNCE:
Bir İçim Su (1931) Bir Avuç Saçma (1939) İlk Adım (1941) Üç Nesil Üç Hayat (1943) Makyajlı Kadın (1943) Tanrıya Şikayet (1944)
ANI:
Minelbab İlelmihrab (1946) Bir Ömür Boyunca (1980) |
Reşat Nuri Güntekin (1889-1956)
25 Kasım 1889'da İstanbul'da
doğdu. 7 Aralık 1956'da Londra'da öldü. İlk öğrenimini Çanakkale'de Mekteb-i
İptidai'de yaptı. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) ve İzmir'de bir
Fransız okulunda öğrenim gördü. Sınavla girdiği Darülfünun-ı Osmani Ulum-ı
Edebiyat Fakültesi'ni 1912'de bitirdi. Fransızca öğretmeni olarak Bursa
Sultanisi'ne atandı. 1916-1919'da İstanbul'da Vefa ve Erenköy liselerinde
müdürlük yaptı. 1931'de Milli Eğitim müfettişi oldu, bütün Anadolu'yu
dolaştı. 1939-1943 arasında Çanakkale milletvekiliydi. 1947'de Milli Eğitim
Başmüfettişliği'ne getirildi. 1950'de Paris'te Kültür Ateşesi ve UNESCO'da
Türkiye temsilcisi oldu. 1954'te emekliye ayrıldı. Bir süre İstanbul Şehir
Tiyatroları Edebi Kurul üyeliği yaptı. Kanser tedavisi için gittiği Londra'da
yaşamını yitirdi. Cenazesi İstanbul'a getirildi, Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa
verildi. Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında başladı. İlk eseri
"Eski Ahbap" isimli uzun öykü, 1917'de "Diken" dergisinde
yayınlandı. 1819-1919'da Zaman gazetesinde "Temaşa Haftaları"
başlığıyla tiyatro eleştirileri yazdı. Bu dönemde Şair, Nedim, Büyük Mecmua,
İnci, Diken dergileri ile Dersaadet ve Zaman gazetelerinde yayınlanan öykü,
roman ve oyunlarında kendi adının yanısıra "Hayrettin Rüştü, Mehmet
Ferit, Cemil Nimet" gibi takma isimler kullandı. Mizah ve magazin
yazılarını da "Ateşböceği, Ağustosböceği, Yıldızböceği" gibi
isimlerle yayınladı.
1922'de Vakit Gazetesi'nde tefrika edilen ve aynı
yıl katip olarak basılan "Çalıkuşu" romanıyla ünlendi. Bu romanı
önce "İstanbul Kızı" adıyla oyun olarak yazmıştı. O dönem
koşullarında sahneye konulması olanağı çıkmayınca romana dönüştürdü. Türk
edebiyatında gerçekçi romana yönelimin ilk örneklerinden olan Çalıkuşu, dili,
anlatımdaki rahatlığı, duygusal yanlarıyla uzun yıllar güncelliğini koruyan
bir eser oldu. Sinema ve televizyona da uyarlandı. Romanda, iyi bir eğitim
görmüş ve bir aşk nedeniyle hüsran yaşamış İstanbullu genç öğretmen kadın
Feride'nin tanıklığıyla Anadolu'nun Kurtuluş Savaşı'ndaki hali yansıtılır.
Farklı yaşam biçimleri, farklı anlayışlar, farklı gelenek ve görenekler,
toplumsal çatışmalar Feride'nin gündelik yaşamı ve duygu dünyasıyla iç içe
verilir. 1927'den sonraki romanlarında da üslubunun temel yapısını
değiştirmeden toplumsal sorunlara eğildi. Romanlarında sayısız insan tipi
yarattı. Çoğunlukla erkek olan kahramanlarını, dış görünümlerinden çok
psikolojik özellikleriyle yansıttı. Mizaha daha geniş yer verdiği öykülerinde
de aşk, yalnızlık, fedakarlık, dostluk, ihanet gibi temalar kullandı. Anadolu
gezileri sırasındaki gözlemlerini "Anadolu Notları" adıyla kitaplaştırdı.
Öğrenciler için kitaplar yazdı, çeviriler yaptı.
|
ESERLERİ
ROMAN:
Çalıkuşu (1922) Gizli El (1924) Damga (1924) Dudaktan Kalbe (1925) Akşam Güneşi (1926) Bir Kadın Düşmanı (1927) Yeşil Gece (1928) Acımak (1928) Yaprak Dökümü (1930) Kızılcık Dalları (1932) Gökyüzü (1935) Eski Hastalık (1938) Ateş Gecesi (1942) Değirmen (1944) Miskinler Tekkesi (1946) Harabelerin Çiçeği (1953) Kavak Yelleri (ölümünden sonra 1961) Son Sığınak (ölümünden sonra 1961) Kan Davası (ölümünden sonra 1962)
ÖYKÜ:
Gençlik ve Güzellik (1919) Roçild Bey (1919) Eski Ahbap (1919) Tanrı Misafiri (1927) Sönmüş Yıldızlar (1928) Leyla ile Mecnun (1928) Olağan İşler (1930)
OYUNLAR:
Hançer (1920) Eski Rüya (1922) Ümidin Güneşi (1924) Gazeteci Düşmanı-Şemsiye Hırsızı-İhtiyar Serseri (Üç oyun birarada, 1925) Taş Parçası (1926) Hülleci (1926) Bir Köy Hocası (1928) Babür Şah'ın Seccadesi (1931) Bir Kır Eğlencesi (1931) Ümit Mektebinde (1931) Felaket Karşısında-Gözdağı-Eski Borç (Üç oyun birarada, 1931) İstiklal (1933) Vergi Hırsızı (1933) Bir Yağmur Gecesi (1943) Balıkesir Muhasebecisi (1953) Tanrıdağı Ziyafeti (1955) Yaprak Dökümü (ölümünden sonra 1971) Eski Şarkı (ölümünden sonra 1971)
GEZİ:
Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966)
EĞİTİM:
Dil ve Edebiyat: Türk Kıraati (1930) Fransızca-Türkçe Resimli Büyük Dil Kılavuzu (1935) |
Comments (0)