Milli Edebiyat döneminde coşku ve heyecanı dile getiren metinlerin (şiirlerin) genel özellikleri şunlardır:
Toplum için sanat anlayışına uygun “sade dil ve hece ölçüsüyle” milliyetçi şiirler yazılmıştır.
Şiir dili olarak İstanbul Türkçesi esas alınmış ve şiirler sade bir Türkçeyle yazılmıştır.
Halk şiiri kaynak olarak benimsenmiş ve hece ölçüsü kullanılmıştır.
Milli kültür ve milli tarihle ilgili konular ele alınmıştır.
İmgelere çok başvurulmamış, kullanılan imgelerin ise kolay anlaşılır olmasına dikkat edilmiştir.
“Türkçeye, Türk dil bilgisi hâkim olacaktır.” görüşü savunulmuştur.
Tam ve zengin uyağın yanında yarım uyak da kullanılmıştır.
Duygudan ziyade fikir ön plandadır.
Eserler didaktiktir.
Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul gibi şairlerin “sade dil ve hece ölçüsüyle” yazdıkları milliyetçi şiirlerin dışında 1911-1923 yılları arasında yaşayan şairler “saf (öz) şiir”ler (Ahmet Haşim, Yahya Kemal) ve manzum hikâyeler (Mehmet Akif) de yazmışlardır.

Saf (öz) şiirde “her şeyden önce güzel şiirler yaz­mak” amacı vardır. Sese, musikiye, söyleyiş ve şekil mükemmelliğine önem verilir. Bundan dolayı şiirdeki sözcükler değiştirilemez veya atılamaz. Bireysel temalar (aşk, gurbet, ölüm vb.) işlenir. Daha çok sembolist şairler­den etkilenilmiştir.

Manzum hikâyelerde toplumsal sorunlar işlenmiş, halkın yaşayışı ve değerleri anlatılmıştır. Günlük konuşma diline ve halk söyleyişlerine, deyim ve atasözlerine yer verilmiştir. Manzum hikâyeler, belli bir olaya dayalı şiirlerdir. Bu şiirlerde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Tür özellikleri bakımından mesneviyle benzerlik gösterir.

Ziya Gökalp çevresinde sade bir dille ve hece vezni ile yazılan bir şiir hareketinin oluşmasında ve gelişmesinde, “Genç Kalemler” dergisi önemli bir işlev görmüştür. O dönemde “Genç Kalemler” dergisinde “Yeni Lisancılar” olarak bilinen şairler sade bir dille ve hece ölçüsüyle şiirler yazmışlardır. Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve onlara sonradan katılan ama etkisi daha büyük olan Ziya Gökalp’in öncülüğünde yeni bir edebiyat, yeni bir dil ve yeni bir şiir anlayışı kendisini hızla kabul ettirmiştir. Ziya Gökalp’in;

Aruz sizin olsun hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir;
Leyi sizin, şeb sizin, gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.
dizeleriyle özetleyerek ortaya koyduğu bu anlayış, artık bir ilke haline gelmiş; hece ölçüsüyle şiir yazmak, aruzla şiir yazan şairleri de etkileyecek şekilde edebiyatta yer etmiştir.

O döneminde bu anlayışla şiir yazan şairler arasında, Ali Canip Yöntem, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Celal Sahir Erozan, Necmettin Halil Onan, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe Nihal ile Beş Hececiler olarak bilinen Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy sayılabilir. Ziya Gökalp çevresinde gelişen bu şiirlerin özelliklerini şöyledir:

Sade bir dil kullanılmıştır.
Hece vezni kullanılmıştır.
Halk şiirinden yararlanılmıştır.
Halkın ve ülkenin sorunları işlenmiştir.
Öğretici niteliği ağır basan şiirler yazılmıştır.
Milliyetçilik ve Türkçülük fikrini işleyen, millî coşkuyu artırı­cı nitelikte şiirler yazılmıştır.
Şiirlerde yalnız dörtlük değil, değişik dize kümeleri kullanıl­mış, Batı edebiyatı kaynaklı nazım şekillerinden yararlanılmıştır.


Millî Edebiyat döneminin etkili olduğu yıllarda Yahya Kemal ve Ahmet Haşim başta olmak üzere saf (öz) şiir anlayışına uygun şiirler yazan sanatçılar vardır. Bunlar dönemin yaygın anla­yışı olan hece vezniyle, yalın bir dille, devrin gerçeklerini, hal­kın sorunlarını dile getiren şiirler yazmak yerine, sanat değeri yüksek saf (öz) şiire yönelmişlerdir.

Bu iki şair, Yeni Lisancılar ola­rak bilenen şairlerden ayrı bir yol izler. Hece vezninin yaygın biçimde kullandığı bu dönemde onlar aruzla şi­ir yazmayı sürdürür. Ahmet Haşim’e göre şiir, nesre çevrilme olanağı bu­lunmayan nazımdır; şiir musiki ile söz arasında, söz­den çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet Haşim, ”sanat için sanat” anlayışıyla şiirler yazar. Amacı saf ve güzel şiirler yaz­maktır. Onun şiirleri, hiçbir şeyin aracı değildir.

Yahya Kemal ise şiirin, nesirden bambaşka bir nitelik­te, musikiden başka türlü bir musiki olduğu görüşün­dedir. Batı’da gördüğü “parnasizm” akımından etkilen­miş ve bu anlayışla, divan şiiri anlayışıyla modern şii­rin söyleyiş özelliklerini birleştirerek bir sentez oluştur­muştur. Sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam bir anlatıma önem vermiştir.


Bu anlayışın temsilcisi Mehmet Akif’tir. Şair, yaz­dığı şiir ve manzumelerde halkın dinî ve millî değerle­ri, yaşama tarzı üzerinde durur. Millî Edebiyat yılların­da Mehmet Akif, daha önce Tevfik Fikret’te gördüğü­müz ”nazmı nesre yaklaştırma” anlayışını sürdürüp geliştirmiştir. Şiirde Tevfik Fikret’ten devraldığı ”ger­çekçiliği” geliştirmiş, ”hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiştir. Manzumele­rinde halkın yaşama biçimini gerçekçi biçimde yansıt­mıştır. Mehmet Akif, Halkın yaşamını yansıtmasına kar­şın, hece ölçüsünü değil, aruz veznini kullanmıştır.

Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
- Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın,
- Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktarmıyayım… Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Bu dizeler Türk edebiyatında manzum hikâye türünün en başarılı örneklerini veren Mehmet Akif’in Seyfi Ba­ba şiirinden alınmıştır. Bu dizelerde şairle Seyfi Baba’nın arasında geçen diyaloglar yer almaktadır. Şiirde gerçeklik duygusu ön plandadır. Mehmet Akif, bu şii­rinde de gördüğünü, yaşadığını anlatmıştır. Mehmet Akif’in toplumu bilinçlendirme, ona mesaj verme çaba­sı da özellikle son beyitte açıkça görülmektedir. Yuka­rıdaki dizelerde yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Şi­ir aruz vezni ve beyit nazım birimiyle yazılmıştır.

Nihayet millî bir edebiyatın oluşumunu isteyen şairle­rin bu dağınıklığını ortadan kaldırmak, onların çalışma­larını birleştirmek için 1917′de ”Şairler Derneği” adın­da bir dernek kurulmuştur. Ancak üyeleri arasında farklı edebiyat anlayışına sahip sanatçıların tam anla­mıyla bir birlik oluşturmaları imkânsızdı. Nitekim top­lantı yeri Türk Ocağı binası, yayın organı da Servet-i Fünûn olan dernek, üyelerini istedikleri sanat anlayışı­nı benimsemekte serbest bıraktı. Onlardan sadece ”konuşma dilinin ve hece ölçüsünün kullanılmasını” is­teme kararını aldı. Kuruluşundan başlayarak bütün edebî hareketlere sayfalarını açan Servet-i Fünûn’un da harekete katılması ve özellikle Yeni Mecmua (1917), Büyük Mecmua (1919) gibi dergilerin sürekli yayınlarıyla şiirde dil ve vezin birliği Cumhuriyetin ila­nından önce tamamıyla sağlanmış olur.

“Halka doğru” gitmek isteyen aydının, halkla anlaşma ve aradaki uçurumu doldurma çabası, ortaya ilk olarak ”dil” sorununu çıkarmıştır. Böylece, ta Tanzimat edebi­yatından beri zaman zaman üzerinde durulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen ve Şinasi’nin deyişiyle “bü­tün halkın kolaylıkla anlayabileceği yolda” yazma, ya­ni konuşma dilini yazı dili yapma davası bu devirde ke­sin olarak benimsenmiştir.

Bu dava, Selanik’te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafından çıkarılan Genç Kalemler (Nisan 1911) dergisinde “Yeni Lisan” adıyla ileriye sürülmüş ve “Millî Edebiyat”ın “millî lisan”dan doğabileceği görüşü savunulmuştur.

Yalnız sözde kalmayıp başarılı örneklerle de desteklenen bu hare­ket kısa bir zamanda tutunmuş ve bütün 20. yüzyıl Türk edebiyatının ayırıcı niteliği olmuştur. Bu bakım­dan, 1911 yılını, ”Millî Edebiyat” akımının olduğu kadar 20. yüzyıl Türk edebiyatının da başlangıç tarihi olarak kabul etmek mümkündür.

Comments (0)