Kendisini karşılayan sekretere; Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti:
          "Nazif Bey mi?"dedi.
          "Evet, Nazif Bey!" diye cevap alınca, hüzünlü bir ses tonuyla,
          "Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu." dedi.
           Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı yüreğine.

Babası İspanya`nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
"Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..."


Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...



Anadolu Gerçeği
Yalın ayaklarınla koştun mu tarla tarla
Duydun mu çıplak toprağın, çıplak insanın yasını
Ağlayan kadınlarla, ihtiyarlarla
Yaşadın mı bir yağmur duasını
Boz bulanık ırmaklarda çimdin mi
Kulak verdin mi yürekten kavala, saza
Bir ipek seccade üstünde gibi, huzurla
Durdun mu toprakta namaza?


Çin versiyonu
        Karınca bütün yaz boyunca çalışır ve kış için evini,yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder,vur patlasın çal oynasın yazı geçirir. Ve kış gelir.. Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken, Ağustos böceği açlık ve soğuktan iki gün sonra ölür.

Baltayı bilemek

Bir ormanda iki kisi ağaç kesiyormus. Birinci adam sabahlari erkenden kalkiyor, agaç kesmeye basliyormus, bir agaç devrilirken hemen digerine geçiyormus. Gün boyu ne dinleniyor ne ögle yemegi için kendine vakit ayiriyormus. Aksamlari da arkadasindan bir kaç saat sonra agaç kesmeyi birakiyormus.
Ikinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya basladiginda eve dönüyormus. Bir hafta boyunca bu tempoda çalistiktan sonra ne kadar agaç kestiklerini saymaya baslamislar.
Sonuç: Ikinci adam çok daha fazla agaç kesmis. Birinci adam öfkelenmis: "Bu nasil olabilir? Ben daha çok çalistim. Senden daha erken ise basladim, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla agaç kestin. Bu isin sirri ne?"

“Safahat’tan Şarkılar” albümü ile 2011 Mehmet Âkif Ersoy Yılı’nda güzel bir çalışmaya imza atan Ertuğrul Erkişi, TYB tarafından yılın müzik ödülüne layık görüldü. Sanatçı Erkişi ile Âkif’i konuştuk.
‘Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?” Hayatının son yıllarında belki de yaşadığı hayal kırıklığı ile böyle söylüyordu millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy. Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince / Günler şu heyûlâyı da er geç silecektir / Rahmetle anılmak... Ebediyet budur / Amma sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?”

Ne kahvehaneler varmış!
SEVİNÇ ÖZARSLAN - 15.01.2012

İstanbul'un eski kahveleri deyince akla genelde Küllük, İkbal, Meserret ve Marmara kıraathaneleri geliyor. Cem Sökmen'in yüksek lisans tezi olarak hazırladığı "Eski İstanbul Kahvehaneleri" (Ötüken Yayınları) kitabı ise Beyoğlu, Şehzadebaşı, Beyazıt, Babıali arasında hizmet veren ama zamanla unutulan pek çok kahvehaneden bahsediyor.

Eskiden İstanbul'daki kahvehaneler, aydınların en önemli buluşma mekânlarından biriydi. O dönemlerde yazmak, konuşmak o kadar kolay olmadığı için dolup taşan edebiyatçılar, düşünürler ve ilim adamları bu kahvehanelerde bir araya gelip fikirlerini paylaşırdı. Gençler de payına düşeni alırdı bu ortamlardan. Çoğu Beyoğlu, Beyazıt, Şehzadebaşı ve Babıali arasında yer alan kıraathaneler günümüzde yok. Bu kahvehanelerden akla ilk gelenler genelde Küllük, İkbal, Meserret ve Marmara kıraathaneleri olur. Cem Sökmen'in yüksek lisans tezi olarak hazırladığı Eski İstanbul Kahvehaneleri adlı kitap ise unutulan pek çok kahvehaneden bahsediyor. Adliye, İhsan, Fevziye, Darüttalim, Halk, Eftalikus, Elit kıraathaneleri, Hacı Reşit ve Yavrunun Çayhanesi gibi. Kafe formuna bürünen günümüz kahvehaneleri ise eskiler gibi değil. Sökmen, "Görüntülü ve sesli kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı, şehirlerin kentlere dönüştüğü bir sanayi çağında kahveler yok oldu." diyor.

Sarafim: Gazete ve dergilerin bulunduğu ilk kıraathane
Sarafim Kıraathanesi'nin tarihi 1857 yılına uzanıyor. Beyazıt'ın Okçularbaşı Caddesi'nde kurulduğu için ilk zamanlar bu isimle anılmış. Sonra Uzunkahve denmiş. En son Ermeni sahibi Sarafim Efendi'nin adıyla akıllarda kalmış. Kıraathane ismiyle anılan ilk mekan olan Sarafim'in en önemli özelliği dönemin gazete ve dergilerini bulundurması ve arşivlemesi. Kıraathanenin yerinden bugün yol geçiyor. Tam olarak Mustafa Reşit Paşa Türbesi'nin karşısına düşüyor bu yol.

Bilim adamları ve sporcuların mekânıydı
Acemin Kahvesi: Acemin Kahvesi, Beyazıt'tan Laleli'ye doğru inen cadde üzerindeymiş. Ragıp Paşa Kütüphanesi'nin tam karşısındaki kıraathanenin yerinde bir butik var. Küllük kapanınca, oranın müdavimleri Acemin'de buluşmaya başlamış. Naci Şensoy, Emin Ali Çavlı ve İsmail Dümbüllü gibi bilim adamı ve sanatçılar da uğrarmış.

'Çayında lezzet-i edebiye vardı'
Hacı Reşit Çayhanesi: 1880'lerden 1910'lara kadar Şehzadebaşı'nda hizmet verdiği bilinen Hacı Reşit Çayhanesi ile ilgili Cenap Şahabettin şöyle yazmış: "... havasında bir lezzet-i edebiye vardı... Çay füruş Hacı Reşid'i tanımamak, Muallim Naci'yi bilmemek veya Ahmed Mithad Efendi ile görüşmemiş olmak gibi bir nakise, bir mahrumiyetti." Duvarlarında Arapça ve Farsça beyitler bulunan çayhanenin sahibinin şairlik iddiası dönemin edebiyatçılarını bu kahveye çekmiş. Çayhanenin yeri bugün bilinmiyor.

Konferanslara, fasıllara ve aydınlara ev sahipliği yapmış
Fevziye Kıraathanesi: Şehzadebaşı Caddesi'nin Fevziye Caddesi ile kesiştiği köşede yer alan bir kıraathane. Ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmiyor. Fakat en parlak yıllarını 1885-1900 arasında yaşamış. Bugün o köşede bir otel var. Fevziye Kıraathanesi, tiyatro gösterilerine, konferanslara, musiki fasıllarına ve devrin aydınlarına ev sahipliği yapmış.

Zengin mirasyedi, şöhretsiz şair, gazeteci, eski pehlivanlar takılırdı
Darüttalim Kıraathanesi: Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında bu kıraathaneyi şöyle anlatmış: "Kahvehaneye her cins ve meşrepten insan geliyordu. Zengin mirasyedi, müflis ve tutunmuş tüccar, şöhretsiz şair, gazeteci, ressam, yüksek memur, satranç ve dama ustaları, eski pehlivanlar, bir-iki Darülfünun hocası, bir yığın talebe, aktörler, musikişinaslar, hülasa her meslekten adam..." İstanbul'un ilk apartmanlarından biri olarak bilinen Letafet Apartmanı'nın alt katında açılan kıraathanenin yerinde bugün İstanbul Üniversitesi Zooloji Bölümü var. Letafet Apartmanı 1964'te yıkılmış.

Eftalikus, en çok Sait Faik'in yurdudur
Eftalikus Kahvesi: Taksim Meydanı'ndan İstiklal Caddesi'ne girerken köşedeki Burger King'i bilirsiniz. 1970'li yıllarda burada Eftalikus adı verilen bir kahvehane varmış. Salah Birsel, "Bir gözlem kulesidir Eftalikus. Pek çok insan da buraya bunun için gelir. Ama Abidin Dino, Arif Kaptan, Sait Faik, Hüsamettin Bozok, Arif Dino, Asaf Halet Çelebi, İlhan Berk kendileri için gelirler. Eftalikus yine de en çok Sait Faik'in yurdudur." diye anlatıyor mekânı. Faik'in kahvehanenin ismiyle yazılmış bir öyküsü var. Eftalikus sadece yazarların değil aktörlerin ve aktör adaylarının buluşma yeri. Çünkü karşısında Taksim sineması varmış. Senaryo yazarı Bülent Oran burada az çalışmamış.

1940 kuşağı edebiyatçıları Elit'te yetişmiş
Elit Kıraathanesi: 1936 yılında açılan bu kıraathane Beyoğlu Asmalımescit Sokağı'nda Merkez Apartmanı'nın altındaymış. 1940 kuşağı olarak bilinen edebiyatçılara ev sahipliği yapmış, onların birbirleriyle tanışmalarına vesile olmuş. Aydınların iletişim ortamı olan kıraathanelerle ilgili en çok yazan isimlerden Oktay Akbal ve Attilâ İlhan, Elit'te tanışmışlar. Cemil Meriç de müdavimleri arasında. Şimdi yerinde bir restoran olan Elit, 1949 yılında kapanmış.

Muhabirlerin haber kaynağıydı
İhsan Kıraathanesi: Bâbıâli Yoku-şu'ndaki İhsan Kıraathanesi'nde muhabirler özel olmayan haberlerini değiş tokuş etmek için toplanırmış. Penceresinden bakınca neler neler görünürmüş. Valiyi görmeye gelenler, politikacılar, yabancı donanmaların komutanları, ecnebi sefirler... Hemen yanında defterdarlık, Türk Ocağı, belediye. Havadis borsası gibi bir mekân. Kıraathanenin bulunduğu bina, 1950'li yıllarda yıkılmış ve şimdi yerinde kağıtçıların bulunduğu bir iş hanı var.Zaman Gazetesi-Pazar Eki'nden Alıntıdır