…Bölüm 2…
…Bilinmeyen…
Hedef 3.) Sedef Seçkin.
Üşüyorum… Ama nedenini bilmiyordum… Buz gibi bir el hissettim sonra yüzümde… Ablamın sinir bozucu sesi kulaklarımda uğulduyor, adamı sinir ediyordu. İşte ben, sanırım niye üşüdüğümü bulmuştum o anda. Uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgide gidip gelirken ablam üstümdeki yorganı pat diye üstümden çekmiş, beni sarsarak uyandırmaya çalışıyordu. Bir taraftan da kulağımın dibinde okula geç kalacaksın muhabbetti yapıyordu. Bi saniye??? Doğru ya, bugün pazartesiydi. Okulun ilk günü. Ama ablamın bizim evde ne işi vardı? Ayrı eve çıkmamış mıydı o? Nedenini sonra öğrenecektim…
Yavaşça aralamaya başladım gözlerimi. Japon yapıştırıcısıyla birbirine yapıştırılmış gibi hissediyordum kirpiklerimi. Hala uykum vardı. Ablamın sinir bozucu sesi kulaklarımda çınlarken yatakta doğruldum ve çatallaşmış sesimle konuşmaya çalıştım.

“Saat kaç?”
“06.34” ablamın sesi kulaklarımda yeniden çınlarken ben de esneyerek yataktan kalktım ve paytak paytak yürüyerek banyonun yolunu tuttum. Mutfaktan annemin ve Sevgi Teyze’nin konuşmaları geliyordu kulağıma. Sanırım beni ve Emre’yi çekiştiriyorlardı. Bi saniye? Sevgi Teyze’nin burada ne işi vardı? Sanırım büyük bir olasılıkla kahvaltı için gelmişlerdi. Ve eğer o geldiyse, Emre de gelmişti!
Yarım saat kadar sonra kendimi mutfakta babam, annem, Sevgi Teyze, ablam ve Emre’yle birlikte kahvaltı ederken bulmuştum. Tabi ki yine en çok konuşan kişi Emre Deniz’di. Sabah sabah içtiğim çayı bile soğutacak kadar berbat espriler patlatıyordu. Duymazlıktan gelerek yumurtama odaklanmaya çalıştım…
O sabah bizi okula babam bıraktı. Gitmeden önce de okul kapısının önünde fotoğrafımızı çekmek istedi. Ancak bu isteği pek de iyi bir şekilde sonuç vermedi ve fotoğraf karesinde bir tek ben çıktım. Çünkü Emre Deniz, o sırada eski okulundan bir arkadaşını görmüş ve merhaba demek için yanımdan tüymüştü.
Ve bu kez, şans yüzüme gülmüştü. Emre ve ben, ayrı sınıflardaydık. Aslında iyi bir çocuk ama ben onun esprilerini kaldıramıyorum. Ve eğer sürekli tuhaf espriler patlatmasına maruz kalırsam bu pek de iyi olmayacaktı. En azından bu şekilde aramız bozulmadan arkadaş olarak kalabilirdik.
Ancak Emre, teneffüslerde sürekli bizim sınıfa damlıyordu. Gerçi, sınıfın huzurunu bozacak şeyler yapmıyordu, ama ben onun patlattığı esprilerden bayağı bi sıkılmıştım. Aynı şekilde Emre’nin neredeyse her gördüğü güzel kıza asılmaya çalışmasından da. Bende genellikle onu bir gölge gibi takip edip yaptığı her şeyi uzaktan izleyip olaylara fazla karışmamaya çalıştım.
Onun dışında sınıfım gayet iyiydi. Bu arada sınıftaki kızlardan biri biraz tuhaf davranıyordu. Değişik, ürkütücü bir bakışı vardı ve bu, biraz sinir bozucuydu. Bunu saymazsanız belki de, oldukça sıradan bir lise hayatım olacaktı…
Şahsen, ben de öyle olmasını istiyordum.
Tabi bu, sadece bir istek olarak kalacaktı benim için. Küçük, önemsiz bir istek…
____
Gelelim bugünün olaylarına.  Biri son derece sıradandı. Sınıfımızda bir öğrenci eksikti ve bir diğer öğrenci de okulu bir yıllığına donduruyordu. İlk başta ilgimi çekmedi ama sınıf öğretmenimiz daha ilk dersin sonunda sınıfta bitip bu öğrencileri tanıyan var mı diye herkese sormaya başlayınca olay ilgimi çekti. Gelmeyen kızın adı Reyhan mıymış neymiş? Öyle bi şeyle işte. Diğer öğrenci Semih Taşkıran adında biriydi. İsmi anında dikkat çekiyordu. O da okulu donduran öğrenciydi sanırım.  Böyle başladı işte okuldaki ilk günüm.
Devamında ise okuldan çıkarken kızın biriyle çarpışmam vardı. Alelacele okuldan çıkmaya çalışıyordum. Aslında bu acelemin sebebi Emre Deniz’in saçma esprilerinden birine daha maruz kalmamaktı. Harbiden kafamı şişiriyor bu çocuk.  Önüme bile bakmıyordum. Tabi biriyle çarpışmam oldukça mümkündü. Hızlı adımlarla çıkış kapısına doğru gidiyordum ki arkadan Emre Deniz’in sesini duyunca hızımı arttırdım. Ancak hiç orada olduğunu dahi fark etmediğim bir kızın çantasına toslayınca durmak zorunda kaldım. Kafamı kaldırıp pardon diyecektim.  Kız, bir anda arkadan kendisine çarpan birini görünce pat diye döndü. Kafamı kaldırıp ona baktım. Bir dakika???
Onu daha önce de görmüştüm sanki. Havaalanında karşılaştığımız kızdı bu… Aynı lisede olduğumuzu bilmiyordum.  Kız bana bakıp konuşmaya başladı.
“Özür dilemeyecek misin?” arkasında duran arkadaşlarına bakınca 10. sınıf öğrencisi olduğunu düşündüm.
“Pardon, görmemişim.” Dedim sıradan bir sesle. Sanırım beni hatırlamamıştı. Emre Deniz’i görse ama hatırlardı sanırım.
İşte olması gerekenden daha sıra dışı geçen ilk günüm böyleydi aşağı yukarı…
Hedef 4. Reyhan Soylu
O gece…
Adım Reyhan Soylu…
15 yaşındayım ve kendimden nefret ediyorum.
Ailemizi dağıtan babamdan ve herşeyi bildiği halde hala daha salağa yatan annemden de nefret ediyorum.
Hâlbuki ne de güzeldi günler benim için 2 yıl önce.
En azından o günlerde babamın hayatında ikinci bir kadının daha olduğunu bilmiyordum.
Güzeldi be herşey.
Tek derdim SBS gibi bir sınava hazırlanmak, okuldaki ego patlaması yaşayan fen bilgisi öğretmenim ve hoşlandığı çocuk kendisine bakmıyor diye kafamı şişiren arkadaşım Simge idi. Sorumlu olduğum bir kardeşim, ya da sinirlerimi bozacak bir abim ya da ablam yoktu. Evimiz de güzel ve genişti, küçük ama mutlu görünen ailemize hayli hayli yetiyordu.
Peki, ya ne olmuştu sonra?
O sabah her zaman ki gibi alelacele bir adet haşlanmış yumurtadan oluşan kahvaltımı ağzıma atmış, oturduğumuz apartmanın lobisine inmiştim. Camekânlı posta kutularının 24 nolu bölmesinde yeni bir zarf dikkatimi çekti neden sonra. Yanımda kutunun anahtarı yoktu o sırada, o yüzden ince, biçimsiz parmaklarımı zarfın atıldığı boşluklardan içeriye sokup mektubu almaya çalıştım. Soğuk havanın etkisiyle canımı acıtan kutuya rağmen sonunda zarfı yakalayıp çekmeyi başardım. Lobinin demir kapısını açıp dışarı çıkarken de elimde o zarfı incelemeye devam ediyordum. Biraz kalınca, sarı, eski bir zarftı bu. Sitenin bahçesine çıkıp servisimi beklerken bahçedeki banklardan birine oturdum ve fazlasıyla meraklı bir hareketle zarfı açtım.
Hışır… Hışır…
Tam zarfı açıyordum ki arkamdaki çalılıklardan bir ses geldiğini hissettim.
Kimdi o?
Omzumu silktim ve zarfın içindekileri çıkardım. Bir mekup, birkaç tane de fotoğraf vardı. Mektubu sonraya bıraktım ve fotoğraflara göz attım hızlıca. Fotoğrafların ana yüzü babam ve başka bir kadındı. Nasıl olabilirdi ki?
Benim babam dünyanın en iyi babasıydı oysa. Öyle olmalıydı, değil miydi? Hayır, mutlaka bir yanlışlık olmalıydı, KESİN! Fotğrafları hiç görmemiş gibi yapmak istiyordum, bu sabahı, bu aptal zarfı unutmak. Belki de yalanlar her zaman kötü değildir. Yani, yanlış olduğunu bilmediğiniz bir yalana inanmaktır aslında değil mi bizi mutlu eden şey bazen? Ben de o anda aynen böyle düşünüyordum işte! Fotoğrafları zarfa geri koydum ve sonraya bıraktığım mektuba geçtim. Titreyen parmaklarımın hışırtıyla açtığı mektup kâğıdına diktim sonra gözlerimi.
     Reyhan Soylu;
   Bu mektubu ve zarfları bulmanız bir tesadüf değil. Hayatınızı yönlendiren insanları tanımanızı istiyorum. Adım Mert Yılmaz. Kim olduğumu ve neden sizinle irtibata geçtiğimi anlamak istiyor musunuz? Aşağıaki numarayı arayın, size yardımcı olacağım.
Mektubun devamında bir telefon numarası ve parantez içinde de operatörü yazıyordu.
O gün emin değildim, ama daha sonra kafamda dönüp duran sorulara bir cevap bulabilmek için numarayı aradım. Aradığımda açan şahıs, kendisi hakkında herhangi bir bilgi vermese bile, mesajlaşma geçmişlerine dönüp baktığım zaman bu tanımadığım yabancının beni korumaya çalıştığından emindim.  Zira bu zarf olayından sonra hayatım çekilmez hale gelmişti ve sorunlarımı anlatabileceğim tek kişi ise mesajlarımın öteki tarafındaki yabancıydı. Normalde oldukça sıradan olan hayatımdaki sıradan sahneler, babamın davranışları, Simge’nin sızlanışları, manyak fen bilgisi öğretmenimin egosunu üstümüzde tatmin etme çabaları, sınıfta patlatılan espriler, yeni haberler gibi şeyler bana tıpkı bir çuvaldız gibi batmaya başlamıştı. Sanki tek gerçek telefonun öbür ucundaki yabancıymış gibi geliyordu bana, yaşadığım her sorunu anlıyor ve bana yardımcı oluyordu her zaman.
Gerçeklik kavramı benim için değişiyordu artık.
Okulda da gittikçe asileşiyordum bu arada, defalarca disipline bile gittim, öğretmenlere neredeyse her konuda kafa tutuyor, laflarını her seferinde iade ediyordum. Sanki hayatımı altüst eden herşeyden intikam alma çabası içindeydim, öncelikle babamdan, öğretmenimden ve okul müdüründen…
Yapmadığım pislik kalmamıştı artık, sınıftan ve çevremden de soyutlamıştım kendimi. Yavaş yavaş kendimden de nefret etmeye başlamıştım hatta…
Ve nihayet neredeyse bir buçuk yıl süren bu mesaj furyasının sonunda karşı taraf bana buluşmayı teklif etti. İçimden bir ses, hayatımın hatasını yaptığımı söylüyordu, ama yine de o gün buluşmaya gittim.  Eh, içgüdülerim yanılmamıştı bu kez…
Evet…
Kendimden nefret ediyordum gerçekten de. Bir an için sonumun geldiğini düşünsem de; bana solutulan o gazın, ya da uyku ilacının o her neyse işte, etkisinden çıktığım anda da aynı düşüncem etkisini sürdürüyordu. Biri beni kolumdan tutup sarsmaya başlamış, belasını arayan gülümsemesi ile suratıma dikmişti gözlerini. Burası neresiydi bilmiyordum ama yeterince karanlıktı ve bu loş yerde karşımdaki adamın suratını zar zor seçebiliyordum. Yine de alnını yer yer kapatan, mat, kömür karası saçlarını ve kızıl kahve gözlerini seçebiliyordum. Soluduğum şeyin etkisiyle sesrsemliğimi sürdürürken kendime geliyordum yavaş yavaş. Neden sonra farkettim, burası bizim apartmanın otoparkıydı zaten, yerin bir kat altında filandım o anda.
“Ben…” diye başlayacak oldum, ancak bu yabancı susturdu beni.
“Lütfen. Zorlama kendini. Kendini çok iyi hissetiğin söylenemez, değil mi?” Ne kadar da tanıdıktı cümle kurma şekli. Eğer içgüdülerim yanılmıyorsa “gerçek” Mert Yılmaz bu adamdı.
“Siz… Mert Yılm...”
“Şşşşşş.” Yine kesiyordu sözümü. “Evet, telefonunun öbür ucundaki kurtarıcı melek ben olmalıyım değil mi? Ama ufak bir hata var, gerçek adım Mert değil.” O devam ederken bense şaşkınlığımı gizleyemiyordum o an.
“Neden… Yalan söylediniz o halde?”
“Gizlilik diyelim, o konu irdelenmemesi gereken bir şey.” Sinsice göz kırparken beni de elimden tutmuş, cipin bagajından çıkarıyordu bu arada.
“Peki gerçek adınız?” Sorum üstüne tekrar bana döndü.
“Emir Sota.” Dedi, bu ismin hayatıma asıl yön veren kişi olduğunu bilmiyordum o anda…
 DEVAM EDECEK

Comments (0)