Bak sen şimdi, şu dünyanın ismine!
İsimlerden bize ne demeyin? Her isim, sakladıklarıyla yeniden anlamaya, tanışmaya ve muhasebeye davetiyedir. Sadece bizim için değil bütün dünya için geçerli bu gerçek. Buyrun ‘dünya’ kelimesine
Akdeniz’de yeni bir sabah. ‘Kaptan öğle oldu, uyan da balığa çıkalım’ diyeceksiniz. Dün, Akdeniz’i çevreleyen isimler etrafında çıktığımız  mavi turda, sabır fırtınasına yakalanınca Yunanistan açıklarında demirlemek zorunda kalmıştık. Yolumuz uzun, yelkenler fora..! 
Korsan filmlerini seyredenleriniz bilir, eski zaman yelkenlerinde yelken yukarıda sarılı ve asılı. Bu sebeple kaptan uygun rüzgarı bulup komutu verdiğinde aşağı doğru fora edilir. Bir de ‘’forsa’’ var. Kürek mahkumları… Akdeniz’de Frenk dilinin hükümferma olduğu zamanlarda kürek mahkumlarına ‘haydi’ anlamında ‘forza, forza, forza!’’ diye bağırırlarmış. Kürek mahkumları da kendi adlarını ‘forza’ sandığı için, zamanla kürek mahkumlarına ‘forsa’ denir olmuş. 
Yunanistan’a geleyim. Biz ülke adlandırmasında çoğu zaman Farsça’da ‘-ülkesi’ anlamı veren ‘’–stan’’ ekini kullandığımız için Yunanistan, Pakistan, Bulgaristan, Kazakistan, Ermenistan, Arabistan, Sırbistan vs diyoruz. Gerçi Ermeniler, kendilerine Hay dedikleri için ülkelerini de Hayastan veya kısaca Hayk diye adlandırıyorlar.
Ama asıl diyeceğim o ki, bu ‘-stan’ ekinin marifeti bununla sınırlı değil. İndo-Aryan dillerinde ‘stana’ ‘yer’ demek. Latince, ‘state (devlet)’ ve ‘status (statü)’ kelimeleri ile aynı kökten. Dahası Arapça ‘üstad’ kelimesinin de benzer kökten besleniyor olabilir.  Fransa’nın devlet için kullandığı ‘etat’ kelimesi de Alamanların ‘stadt’ kelimesi de, futbolun ‘stadyumu’ da aynı kökten diyecem de ‘’Yok artık! Oldu olacak Cem Yılmaz’ın ‘stand up’ı da…’’ diye tepki verebilenler olabilir. ‘Evet’ o da… Dahası, Rusça’da ‘yerleşke’ anlamına gelen ‘stan’ kelimesi de, Boşnakça ve Sırpça’da ‘apartman’ yerine kullanılan ‘stan’ da… 
En büyük Yunan tragedyası
İlk Yunan ‘tragedya’sı MÖ 534 senesinde sahnelendi. Tarihteki en büyük Yunan tragedyası ise tarihteki en büyük Yunan’ın aslen Yunan olmamasıdır.
Sadece 33 sene yaşayan Makedonyalı İskender, Adriyatik’ten Himalayalara kadar uzanan bir imparatorluğun kralı olmuş. ‘İskender’ kelime olarak eski Yunancada ‘müdafaa eden adam’ anlamına gelirmiş.
Dünyanın dört bir tarafında askeri akademilerde ve vadilerde hala, MÖ 323 senesinde Babil’de ölen İskender Büyük’ün taktikleri öğretilir. En büyüğü Mısır’da olmak üzere birçok şehir onun adını taşıyor. Bizde de İskenderun var. Batı dilleri bu şehirlere Alexandria diyor. Tesadüfe bakın ki, dünyanın bugün en büyük askeri gücü olan ABD’nin bu askeri gücünün yönetildiği Pentagon’un bulunduğu şehrin adı da Alexandria.
İskender’e Doğu Avrupa dillerinde Sasha (Saşa) diyorlar. Özellikle 19’ncu yüzyıl sonu 20’nci yüzyıl başında Osmanlı’daki ve Filistin’deki Yahudi erkekler arasında ‘’Sasha (İskender)’’ adı pek popüler olmuş. 1950’li ve 60’lı yıllarda popülaritesi azalan isim, 1970’lerde ve özellikle 1990’larda Rusya’dan İsrail’e Yahudi göçü patlayınca yeniden popüler Yahudi isimlerinden birine dönüşmüş. Bu ismi dünya genelinde son zamanlarda meşhur edense ‘Borat’ tiplemesiyle ‘Sasha Baron Cohen’ oldu. Bu arada o da soyadının hep yanlış yazılmasından yakınıyor. Soyadı ‘Cohen’ değil, iki kelime olarak yazılsa da soyadı Baron Cohen…
Antik Atina ve Sparta kent devletleri vatandaşları gibi hissettim şimdi kendimi, çok konuşuyorum. ‘Demokrasi’ adı altında ‘lafı uzatma’nın mucidi olan bu ahali, antik Yunanca konuşmayan yabancıların konuşmalarını anlamadığı için dalga geçermiş. ‘’Bar bar bar bar’’ konuşuyorlar derlermiş. Barbar ismi zamanla Yunan site devletlerinden olmayan bütün yabancılara teşmil olmuş. Ali kıran baş kesen ‘barbar’ kelimesinin bu kadar saçma bir etimolojisi var.
Balkan’ın adı Osmanlı yadı
Balkanlarda Yunan’dan sonra diğer komşumuz ise Bulgarlar. Bu Bulgarların isimleriyle bir derdi var ki Allah düşmanıma vermesin. Efendim bütün Anglo Sakson dünyada, - çok afedersiniz- ‘bugger’ diye bir küfür vardır. Biz de görgüsüz futbol seyircisinin hakemlere en çok ettiği küfrün İngilizcesi. Bu kelime Fransızca ‘Bulgar işi’ demek olan ‘Bougre / Boulgrerie’den İngilizce’ye giriyor.  Ortaçağ’da bütün Avrupa’da Bulgarlar arasında homoseksüelliğin yaygın olduğu şeklinde bir dedikodu yayılıyor. Dünyada bu kadar dedikoducu bu kadar müfteri bir kıta yok. Allah dillerine düşürmesin.
Bu yarımadaya adını veren ‘Balkan’ kelimesi Osmanlı’nın coğrafi literatüre soktuğu bir başka adlandırma. Bulgaristan’ın ortalarından Sırbistan’ın doğusuna kadar uzanan dağlara Balkan Dağları demişiz. Balkan, Türkçe’de ‘ormanla kaplı dağ zincirine’ denirmiş. Mesela Türkmenistan’da da bu adla dağ ve bölge var. ‘’Balkan Yarımadası’’ tabirini ise ilk kez 1808 senesinde Alman coğrafyacı August Zeune kullanmış.
Hungary mi Macaristan mı?
Balkan yarımadasındaki en kalabalık ırk Slav ırkı. Detaylarını, Sibirya’ya düzenleyeceğimiz ‘beyaz yürüyüşe’ bırakacağım için Rus kısmını geçeyim. Rusya adını İskandinav kavmi Ruslardan alıyor. Slav efsanesinde, Slav ırkını başlatan 3 kardeş var: Leh, Çek ve Rus. Kardeşlerden Leh, Polonya’yı (Lehistan) kurmuş; Çek, Bohemia’yı(Çek-o-slovakya ve güneyi) ve Rus da Ruthenia’yı (Ukrayna – Rusya)…
Balkanların kuzeyindeki akrabamız Macarlar ise efsaneye göre iki kardeşin soyundan geliyor: Hun ve Magyar (Macar). Bütün Batı alemi bu ülkeyi anarken kardeşlerden Hun’un tarafını tutarak Hungary diyor. Macarlar kendilerine ‘’Magyarország’’ diyor. Biz de her zaman yenilen takımın yanında olduğumuz için Macarların kendisi gibi kardeşlerden Macar’ı tutarak Macaristan diyoruz.
Balkanlarda Slav etkisini özellikle şehir isimlerinde görmek mümkün. Örneğin bu coğrafyada adı ‘bel’ ile başlayan birçok coğrafi isimle karşılaşırız. ‘bel / byel’ Slavca’da ‘beyaz’ demek. ‘grad’ da şehir demek. Belgrad, kafadan ‘beyaz şehir’ oluyor.
Çoğunuzun malumudur ama yeri gelmişken ben de kayda geçireyim, aslında dünyanın belli coğrafyalarında ‘şehir’ , ‘kale’ anlamına gelen bazı eklerle çok sayıda yerleşim birimi var. En meşhur ekler, Slav dilindeki ‘grad’ (Leningrad, Belgrat), Farsça’daki ‘abad’ (Haydarabad, İslamabad), Yunanca’daki ‘polis’ (Konstantinopolis), Anglo Saksonların ‘bury’ , ‘boro’ ve ‘city’si, Fransızca’nın ‘ville’ eki, Alman ve İskandinavın ‘burg’la (Hamburg, Goteburg) biten isimleri, bizim ‘şehrimiz, hisarımız, kalemiz’ (Akşehir, Beyşehir, Nevşehir, Akhisar, Hasankale), Macarın ‘var’ı (Zigetvar), Hollandalının ‘dam’ı (Rotterdam, Amsterdam), Arapçanın ‘beyt’i, İbranilerin ‘beth’i, Hint ve Sanksritçe’nin ‘pur’u (Singapur) vs…
Eklemesem içimde dert olacak, Sovyet döneminde Ruslar işin yokunu çıkarmışlar ve yok artık dedirten isimler vermişler şehirlere. Mesela Tacikistan’ın Pazartesi anlamına gelen başkenti Duşanbe’nin adı 1929 – 1961 yılları arasında Stalinabad’tı. Bu Sovyetlerin ‘genel sekreter’in adını dağa taşa şehire verme hastalığının aynısı Romalılarda da varmış. Romalılar işgal ettikleri yerlerde hemen bir yere mutlaka ilk imparator Julius Caesar Augustus’un adını verirlermiş. Misal, İspanyol şehrine verdikleri ‘’Caesaraugusta’’ adı zamanla Zaragoza’ya evrilmiş. Fransa, Britanya ve Amerika’da karşınıza çıkacak bütün ‘Jersey’lerin kaynağı da Sezar.
Kanguru hangisindeydi? Avusturya mı Avustralya mı?
Heredot, bilinmeyen kişilerin dünyayı 3 kıtaya ayırdığını söylüyor: Asya, Avrupa ve Libya. Kaddafi boşuna kendini Afrika kralı sanmıyor… Libya’ya daha sonra uğrayalım. Viyana kapılarına dayandıkça coğrafi isimlendirme karmaşasında Uzak Doğu’dakinden daha yürek parçalayıcı bir karmaşa ile karşılaşırız.
Avusturya’nın ismi en büyük tartışma kaynaklarından biri. Ama zannedileceği gibi, asıl karmaşa Avustralya ile karıştırılmasından gelmiyor. Avusturya’nın Almanca adı ‘’Österreich’’ yani ‘doğu diyarı’.  ‘Austria’ bu Almanca isimlendirmenin Latinleşmiş hali. Bu Almanca isimlendirmenin Roma döneminde bölgeye verilen ‘Marchia Orientalis’ adının mahalli bavyera lehçesinde aldığı hal olduğu tahmin ediliyor. Roma döneminde ‘uçbeyliklerine’ Marchia (Marşia-Marş) derlermiş. Bir Ortaçağ asalet rütbesi olan Markiz de Marş beyi demek. Bu arada bir zamanlar Roma imparatorluğunun serhat noktasında yer alan Maraş’ın adının da bununla ilgisi olabileceğinden şüpheleniyorum. Ancak mıntıkama döndüğüm de bir sorun var ki, Avusturya, Almanya’nın güneyinde. Latince ‘auster’  ise güney demek. Dünyanın öbür köşesindeki Avustralya, Latince ‘güney’ demek olan ‘australis’ten geliyor.
Avusturya ‘güney’ mi ‘doğu’ mu diye gayet ciddi bir tartışma devam edip gidiyor…
Almanya’ya ise Anglo Saksonlar ‘Germany’ diyor ki, aslında bu isim Anglo Saksonca bile değil. ‘Cermen’, Keltçe, ‘komşu’ demek. Ki bu isim, Latince ‘germanus’a (kardeşlik) sonrasında İspanyolca ‘hermano’ya akraba oluyor. Biz, ‘Alman’ diyoruz bu millete ama bu da yüzde 98 yanlış. Allamaniler, Cermen kavimlerinden sadece biri ve bu kökten olanlar dünyada bugün Alman dediğimiz nüfusun yüzde 2’sinden azını oluşturuyor. Dahası, Allamani kavminden geriye kalanların çoğu Almanya’da bile değil İsviçre’de, Avusturya’da yaşıyor. Fransızlar kendilerine komşu bu kavmin adını bütün Cermen kavimlerine teşmil etmişler. Biz de onların yalancısıyız. Bizim Alman, İngilizlerin ‘german’ dediği halk kendilerine, "halkımız" anlamına gelen "Deutsch (doyç)" , ülkelerine ise 'doyç ülkesi' anlamında "Deutchland" diyor.
Burası Anglo Saksonların bile kafasının karıştığı yer. Hollanda halkına "Dutch" deniyor. Biz de bu ülkeye ‘Hollanda’ diyoruz ki bu da yüzde 80 yanlış. Çünkü kuzey ve güney Hollanda, bu ülkeyi oluşturan 12 eyaletten sadece ikisi. Bunlar mühim bir kısmı su seviyesinden aşağıda olduğu için ülkelerine ‘’Alçak memleket’’ anlamında ‘’Nederland’’ diyor. Hollandalılar da zaten bunu düzeltmeyi bıraktılar, onlar da şehirlerarası otobüslerde yanınıza oturduklarında, ‘’Talebe misin? Hollanda’nın içinden misin kazasından mı?’’ diye sorunca sakince cevap veriyorlar, asabiyet yapmıyorlar…
Hollandalıların ‘portakal’ ile de doğrudan bir alakası yok. Turuncu renk, Hollanda Kraliyet ailesinin resmi rengi olduğu için, Hollanda milli takımına spor basınımız, ‘Portakallar’ diyor.
Erken öten Fransız horozu
Bugün Fransa dediğimiz ülkenin ise adı bir zamanlar Kelt(celtic) kavmi ‘Galya (Gaul / Gallia)’ ile anılıyordu. Bu Kelt kavminin adı, bizim Galata’lılardan Britanya’nın Galler halkına kadar bütün Kelt kavimleriyle aynı ismi taşıması tesadüf değil, hepsi akraba. Bugünkü İç Anadolu bölgesinde vaktiyle 3 Kelt devletinden oluşan dev bir konfederasyon vardı. Zamanla asimile olmuşlar. Sarışın bir Kırşehirli görürseniz Keltlerden hatıra olabilir!
Tokatlı değerli işadamı mümtaz yönetici, nizami karakter Burhan Altıntop’un yıllarca teninin renginin İskandinav açıklığı ile ilgili izahına gülerken iki kere düşünün derim. Bu arada, Tokat’ın adının nerden geldiği ile ilgili farklı teoriler var. Kimi, Yunanca kız adı olan Evdoika’nın –ki prensesmiş- kimileri de ‘Pontika’ adının zamanla halk arasında değişmiş hali olduğunu söylüyor. Eğri oturayım itiraf edeyim bana en az inandırıcı gelen teori, bir Selçuklu askerinin onlarca Bizans askerini tokatlayarak zaferi kazandırmasına binaen bu ismin verildiği teorisi. Ben ki Battal Gazi filmlerini bugün bile açık ağızla keyifle seyreden bir insanım. O değil de bu Kelt – Galata-saray mevzusu mühim. İleride inşallah etraflıca döneceğim kısmet olursa, Fransa önlerinde Romalıları bekletmeyelim şimdi…
Romalılar, bugün ‘Fransa’ dediğimiz bölgeyi ele geçirdiklerinde karşılarına çıkan bu Keltik ‘gallia’ adını Latince ‘horoz’ demek olan ‘’gallus’’a benzettikleri için bu yöre ahalisine hep ‘horoz’ şakası yapmışlar. Milli gladyatör maçlarında Roma imparatorluk medyası hep ‘erken öten horoz’ manşeti atmış. Espri anlayışında yüzyıllardır değişmeyen o Avrupa rüküşlüğü yani… Bilmiyorum her dünya kupasında Fransa milli takımına ‘horozlar’ diyen spor medyamız bilerek mi kullanıyor bu ifadeyi…
MS 500 civarlarında Cermen kavimlerinden Frenkler birgün ‘’nehrin öte yakasında ne var acaba’’ diye ‘meraknan’ Ren Nehrini geçip bölgeye yerleşti. Cermen Frenkler, Keltik Galyalılar ile izdivaçlarıyla oluşturmaya başladıkları yeni milletin de isim babası olmayı başarır. Bu kavim o günden beri dünyaya ve varoluşa Fransız…
Po Ovası dana yuvası!
Cermen kavmi Frenklerin doğuya batıya göç ettiği günlerde Anglolar Saksonlar ve Jutlar gibi diğer bazı Cermen kavimleri de kıtanın kuzey batısındaki Kelt adası Britanya’yı işgal eder. Hikayesini İngilizcenin doğuşunu anlatırken paylaşmıştım. Britanya bir devlet adı değil, Avrupa'nın kuzeydoğusundaki adanın adıdır. Bu adadaki en büyük devlete Batı kaynakları United Kingdom (Birleşik Krallık) diyor. Biz çok yanlış şekilde İngiltere diyoruz. United Kingdom, 4 ülkeden oluşuyor. Başkenti Belfast olan Kuzey İrlanda, İngiltere(England), İskoçya ve Galler. Bu dört ülke de bizim yine yanlış olarak İngiltere Krallığı dediğimiz Birleşik Krallığa bağlı. England (İngiltere), vaktiyle adayı işgal eden Cermen (Germen) kavimlerin en büyüğü olan Anglo'lardan alıyor adını. "Anglo-land" Anglo ülkesi demek. İtalyanlar bu ülkeye "İnglaterra" demiş. "Terra" İtalyancada ülke anlamına geliyor. Biz de, bu ülkeyi ilk Ceneviz ve Venediklilerden öğrendiğimiz için bu şekilde adlandırıyoruz. İngiliz, Anglos'un Akdenize uyarlanmış söylenişi. Biz bugün bile İngiltere’nin başkentine herkesten farklı olarak tıpkı İtalyanlar gibi ‘Londra’ diyoruz. Fransıza güvenip ‘Almanya’ derken de yanıldık, İtalyan’a güvenip İngiltere derken de… Kendi kendime sinirlendim şimdi bak…
Fransızların tarihi ‘horozluğu’ gibi İtalyanların da tarihi ‘dana’ hikayesi vardır. İtalya ismi çok büyük ihtimalle Latince ‘dana/buzağı’ demek olan Vitulus’tan geliyormuş. Latince’ye de bölgedeki antik Oscan dilinde aynı anlama gelen ‘viteliu’dan geçtiği tahmin ediliyor. Bizim spor basınımızın sevdiği isimle Çizme’nin özellikle güney kısmındaki bazı kavimler de sembol olarak o dönemin değerli metaı olan danayı buzağıyı kullanırmış. Danası bol memleket İtalya vesselam…
Boğa taklidi yapan tavşan
‘’Ne yani, şimdi İtalya – İspanya maçında spor medyamız, ‘Boğalar danalara karşı’ manşeti mi atsın?’’ diye sorarsanız, ‘’hayır, danalar tavşana karşı’’ diye düzeltirim. Kaderin bir garip cilvesi, Akdeniz’in en batı ucundaki İspanya’nın adı da bir hayvanla ilintili ama bir başka yaygın yanlış kanaatin aksine bu hayvan boğa değil, tavşan. İspanya adının kaynağı ile ilgili iki meşhur teori var. İberya yarım adasını işgal eden Romalılar, kıtanın bu en batı ucuna, antik Yunan’ın ütopik Batı ülkesi ‘Hesperia’dan mülhem ‘Hispania’ demiş güya. Ancak daha rağbet gören teoriye göre İspanya’nın adı bir zamanlar buraların efendisi olan Fenikelerden hatıra. Zira, Fenikeliler etrafta bolca tavşan olmasından hareketle kendi dillerinde ‘tavşan ülkesi’ anlamına gelen ‘Ispanihad’ demişler bu ülkeye.
Akdeniz’in kuzeybatısındaki bu yarımada yaklaşık 800 yıl Endülüs Müslüman devletine evsahipliği yaptı. Son Endülüs hanlığı Gırnata (grenada) da 1492’de düştü. Ancak, epey miktar Müslüman bölgede yaşamaya devam ederek İspanyol kimliğinin oluşmasında ciddi rol oynadı. Endülüs’ten sonra İspanya’da kalan Müslümanlara ‘muhacir’in İspanyolcalaşmış şekliyle ‘’Mudéjar’’ deniyor. Mudéjar, sanatta mimaride edebiyatta bir tarzın da adına dönüşmüş durumda...
Gökten düşen 3 portakal
Müslümanlar Avrupalıları nar ve narenciye ile tanıştırdı. Narenciye kelimesi Arapça portakal demek olan ‘naranc’dan geliyor. Asıl kökeni Sanksritçe olan bir isimlendirme. İspanyolca’da bugün bile portakala ‘naranja’ deniyor. Bizde bir de bir Peygamber hadisinde ‘ağaç kavunu’ için kullanılan ‘ütruc’ ifadesi ‘turunç’ şeklinde Türkçeleştirilmiş, sonrasında ‘narenciye’nin genel adı olmuş. Arapça ‘naranc’, İspanyolca ve Portekizce ‘naranja’ ve Fransızca’da ‘oranj’a dönüşünce, onlardan da Anglo Sakson diline ‘orange’ olarak geçmiş.
Şimdi burası kafamıza narenciyenin düştüğü yer. Peki biz bu meyveye ne diye ‘portakal’ diyoruz? Avrupa’nın en güney batı ucundaki ülke sebebiyle. Biz Portekiz diyoruz ama çoğu Batı dili ‘Portugal’ diyor bu ülkeye. Roma İmparatorluğu zamanında, bugün ülkenin başkentini oluşturan Porto’nun yönettiği bölge yönetiminin adı ‘Portus Cale (Portus Kali)’ idi. Sonradan Portugale’ye ve nihayet Portugal’a dönüşür. 15’nci yüzyıldan itibaren Portekiz, coğrafi keşiflerde ve kolonizasyonda en öncü ülkelerden biri oldu. Endülüs’ten öğrenip alıp yetiştirdikleri ‘naranj’ı istanbul’a sattılar. Biz de buna epey bir süre Portugal Narenciyesi dedik. Zamanla ‘narenciye’ düştü ve geriye ‘portakal’ kaldı. Şimdi ağır çekimde bird aha izleyelim; Portekizliler bu meyveye Endülüs Müslümanları, Araplar ve nerdeyse bütün dünya gibi hala ‘naranj’ diyor ama gel gör ki biz Portekiz’e atıfla ‘portakal’ diyoruz. Siz de hala bu geziye niye çıktık diyorsunuz? Böye karışıklık olur mu?   
Aynı çap ve ebatta olmasa da olmuş aslında. Bir başka narenciye meyvesine de biz ‘mandalina’ diyoruz. Çin’den geldiği için Mandarin Narenciyesi denen bu meyvenin ismindeki narenciye de zamanla düşer geriye ‘mandarin’ kalır. Biz mandalina, İspanyollar ise ‘mandarina’ diyor. Etti iki…
Peki Anglo Saksonlar neden mandalinaya ‘tangerine’ diyor. Bu kelimeyi İspanyollardan öğrendiler. Onlarsa mandalinanın Afrika üzerinden Avrupa’ya geldiği Fas şehri ‘Tanca (Tangier / Tanger)’ya atfen ‘’tanca narenciyesi (Tanger naranc)’’ diyerek satmışlar Avrupa’ya. Çok geçmeden bu isimdeki ‘naranciye’ de düşmüş geriye ‘tancerin’ kalmış. Etti üç..!
Meyveye adını veren Tanca, Afrika’nın en kuzey batı ucu ve aynı zamanda Cebelitarık boğazının güney kapısı. İnception filminde Leonardo’nun rüyasında okyanustan çıkarak geldiği şehir. İbn-i Batuta’nın doğduğu yer.
Hakeza Endülüs’ün sembol şehirlerinden Granada da adını Müslümanların şehrin her yerine ektiği ve hatta bayraklarına yerleştirdiği ‘nar’dan alıyor. Batı dillerinde nara ‘pomegranate’ deniyor. İspanyollar Amerika’ya geldiklerinde kıtaya Müslüman mimarisi, tarımı ve elbette nar ağaçlarını da getirdiler.
Batı dilleri Endülüs Müslüman ahalisini ‘Moor’ ve Endülüs devletini ise ‘’Moorish Empire’’ adıyla kaydediyor. Moor'un kökeni hakkında rivayet muhtelif ama Mağrib’teki epey isimde karşımıza çıkıyor. Pek muhtemelen bölgenin asıl sakini Berberi kavimlerinin atası Maurilerin birinci asırda kurduğu Moritanya krallığından kalmış olmalı.
Güneş Mağrib’den yükselirse…
Biz Kuzey Afrika coğrafyasına eskiden Mağrib derdik. ‘Gurub’tan yani ‘güneşin batmasından’ yani ‘garb’tan ‘Batı’dan mülhem. Fas’ın kendi dilinde resmi adı da ‘’El Memleke El Mağribiyye’’ zaten. Ancak biz şimdilerde ülkenin eski başkenti Fas’a (Fez) atfen Fas diyoruz. Batılılar ise bu ülkeye ‘Morocco’ diyor.  Bundan kısa zaman öncesine kadar İranlılar, Urdular ve hatta Avrupalılar ise Fas Krallığına Marakeş krallığı diyordu. Ülkenin en önemli şehri Marakeş. Morocco ve Marakeş’in isimleri de muhtemelen aynı kökten geliyor.
Bizim genel olarak Mağrib ülkeleri dediğimiz coğrafya ise kendi içinde uzaklığına göre isimlendirilmiş Arapça ifadelerle… Buna göre Fas, Mağrib el Aksa (Uzak Batı), Cezayir, Mağrib el Evsat (Orta Batı) ve Tunus da Mağrib el Edna (Yakın Batı) şeklinde konumlanmış dünyamızda. Bugün Mağrib coğrafyasında Fas, Cezayir, Moritanya, Tunus ve Libya adlı beş devlet var.
Tunus körfezinde Milattan Önceki çağlarda yaklaşık 3 bin yıl yaşayan Kartaca uygarlığı vardı. Sosyolojinin ve iktisat ilminin babası diyeceğim İbn’i Haldun da Tunuslu. Libya ise adını Berberi kavmi Libu’lardan alıyor. Osmanlı zamanında biz Libya’ya, ülkenin en büyük şehrine atfen Trablusgarp diyorduk. Bu isimdeki ‘garb’, Akdeniz’in doğusunda Lübnan’da ‘Trablus’ adlı bir başka şehir olması sebebiyle. Batılılar, Trablus’a ‘Tripoli’ diyor. ‘Tripoli’ eski Yunanca, ‘Tripolis (Üçşehir)’den geliyor.
Baharat hangi ülkeden gelir?
Kuzey Afrika’nın bugün en büyük şehri ise Kahire. Mısır’ın başkentinin ‘galip olan, faik olan’ anlamına gelen adını, Fatımiler bu şekilde meşhur etmişler. Kahire’nin başkenti olduğu ülkeye ise Ortadoğu ahalisi ‘Mısır’ derken, Batı alemi ‘kıpti’ kelimesine de kökenlik eden antik Yunanca ismine dayanarak ‘Egypt’ diyor. ‘Hindiye neden Turkey diyorlar’ yazısında paylaşmıştım, ülke adını mısır bitkisinden değil, mısır bitkisi Türkçe adını bu ülkeden alıyor. Sebebi yine Portekizliler… Amerika kıtasında mısırı getiren Portekizliler Kuzey Afrikalılara satar. Onlar da mısır üzerinden Anadolu’ya ulaştırınca tahılın adı ‘mısır tahılı’ olur. Bizden de Avrupa’ya gider. İtalyanlar da uzun yıllar ‘Türk tahılı’ der buna.
Mısır’ın hikayesi biraz ‘baharat’ gibi… Hindistan’a Hintliler, Hindistan demiyor. Kendi dillerinde ülkelerinin resmi adı Bharat. Hindu kutsal metinlerine dayanan Sankskritçe bir isim. Bir zamanların en kıymetli ticaret mallarından olan baharat da çoğunlukla bu ülkeden geldiği için, bu lezzet kaynaklarına ‘baharat’ demişiz.
İsimlerden bize ne demeyin? Herbir isim, arkasında sakladıklarıyla yeniden anlamaya yeniden tanışmaya ve elbette muhasebeye davetiyedir. Sadece bizim için değil bütün dünya için geçerli bu gerçek. Buyrun ‘dünya’ kelimesine...  
 ‘Dünya’ kelimesi, zannedildiğinin aksine coğrafi değil dini bir kavram. Bu taraftaki, yakınımızdaki ‘hayatımızı’ anlatır. Ötedeki, ahirdeki (ahiret) hayatımızdan tefrikle… Ama aynı zamanda en alttaki, en aşağıdaki, değersiz anlamındaki ‘edna’ da, alçaklık anlamına gelen ‘denaet’ de aynı kökten gelir.
Bak şimdi, şu dünyanın ismine!..
Cemal Demir - Haber 7 cemaldemir111@gmail.com

Comments (0)